İtalya

Puglia, İtalya’nın Topuğundaki Huzur

Merhaba,

Evet; lütfen artık biraz ara verin Roma, Floransa, Venedik turlarına, oraları en az bir kez gördünüz muhtemelen. Biraz da yönünüzü Güney İtalya’ya çevirin. Güney İtalya deyince Napoli ve Amalfi’yi gezdik çoktan, ne diyor bu kadın demeyin, kastım güneyin doğusu, yani çizmenin tam topuğu: Puglia Bölgesi. O kadar İtalya’ya gittim, İtalyanca öğrenmeye karar verdiğim yer Bari oldu. Bu kadar mı doğal ve saf olur, ama eğlenmeyi, iyi yemeği bilir buranın insanı? Zaten gittiğimiz yerden geriye hatıramızda ne kalıyor ki, insanından başka?

Yanlış anlamayın, İtalya’nın her bölgesini ayrı severim, en çok da birbirlerine benzememelerini. Zaten dünyanın neresine gidersem gideyim, İtalya çağırır beni, her sene illa ki bir kez mutlaka gitmem lazım.

Puglia, hak ettiği ilgiyi yeni yeni kazanan bir bölge. Hatta Türkiye’den de ilgi görmeye, kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Ama hala aşırı turist kalabalığı yok ve bir gezginin arayacağı 3 şeye sahip fazlasıyla: Tarih ve doğa iç içe, yemekler mükemmel ve görece ucuz. İtalyanlara göre de “asıl İtalya” burası, sade, saf ve gerçek. Burada, Milano’nun tasarım butiklerini, şapkalı şık kadınlarını, Venedik’in romantikliğini, Roma’nın yorgun gururunu aramayın. Burası hiç bozulmamış gerçek İtalyan. Monopoli’de Adriyatik kıyısında surların gölgesinde yürürken, dar sokaklara bakan yeşil panjurlu evlerde bir sürü Monica gördük mesela, seksi, doğal, kıvrımlı…

Şimdi, size çizeceğim rotayı birebir uygularsanız Puglia’dan çok mutlu dönersiniz düşüncesiyle, kendi seyahatimizde neyi farklı yapabilirdik konusuna da girerek önerilerde bulunacağım. Öncelikle THY’nin sabah erken uçuşu ile Bari’ye inip hemen havaalanından araç kiralayın, Puglia eyaletinin başkenti olan Bari’ye son gün döneceğiz, o nedenle hemen güneye ilerleyin, istikamet Lecce.

Yani, Bari’den aşağıya iniyor, yol üzerinde beyaz kasaba Ostuni’ye uğruyor, Lecce’de gezip geceyi geçiriyor, ertesi gün muhteşem Otranto’yu görüp oradan tekrar yukarı çıkıp Itria Vadisi kasabalarını 2 gün boyunca gezip, dönüşte altın vuruşu Polignano ve Monopoli ile yapıp Bari’de gezimizi noktalıyoruz. Bu gezide, Bari’nin kuzeyini, Gallipoli, Taranto ve Puglia eyaletinde olmasa da İtalya’nın en ikonik şehri Matera’yı (bizim Mardin’e benzetilen) göremedik, onları başka bir geziye sakladık. Bu saydıklarımı da hakkını vererek görmek isterseniz bir haftaya ihtiyacınız var. Aşağıda, her bir durağımız için kat etmeniz gereken km bilgisiyle rota sırasını not ettim.

Bari Havaalanı-Ostuni 95
Ostuni-Lecce 76
Lecce-Ortanto 44
Otranto-Alberobello 162
Alberobello-Martina Franca 14
Martina Franca-Locorotoronto 6
Locorotoronto-Fasano 14
Fasano-Monopoli 18
Monopoli-Polignano a Mare 8
Polignano-Bari 34
TOPLAM 471

1.gün: Bari, Ostuni, Lecce

Bari’den yola çıkınca hemen Ferzan Özpetek film müziklerini aldık fonumuza, ilk durak Ostuni. Aslında buraya dönüşte uğrayacaktık, ama sağımda surların üzerinde yükselen beyaz şehri görünce hızlı bir manevra ile ara yola kırdık, iyi ki de öyle yapmışız. Bu arada, unuttum biz Puglia’ya Ekim 2018’de gittik, bence en güzel zamanı.

Ostuni, la citta bianca (beyaz şehir), Adriyatik kıyısının birazcık iç kısmında, Liberta meydanından dar sokaklara girip, surların bitimine doğru ilerlediğinizde, başka bir dünyaya adım atıyorsunuz, fotoğraflamak için o kadar çok kare var ki… Aşağıda en tatlılarını fikir edinmeniz için derledim.

Kasaba iki saatte geziliyor, sonra meydanda kahve molası… İtalya’ya gelince, kahve içmek farz oluyor, ama yine bu konuda yorum yapamıyorum, ben saat akşamüstünü geçti ise aperol, öğleden sonra ise şarap, Ostuni’de olduğu gibi daha öğle yemeğine vakit varsa çay içiyorum. Bilen bilir, hayatında hiç bir türde kahve içmedim, tadını bilmem. Ben çaycıyım.

Çünkü çay, henüz her şey bitmedi demektir.(Cezmi Ersöz)

Yola devam… İstikamet, Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar filmini çektiği, güneşli, güneyin Floransa’sı denilen barok şehir Lecce. Öğleden sonra varıyoruz Lecce’ye, önce bir gece kalacağımız şirin otelimize yerleşiyoruz. Lokasyon olarak da, konfor olarak da tavsiyemdir.

https://www.palazzobignami.com/

Lecce’de bir öğleden sonra ve gece kaldık, ertesi sabah Palazzo Bignami’de Avrupa’da bulunması zor, keyifli bir kahvaltının ardından Otranto’ya doğru yola koyulduk. Lecce’ye dair hep hatırlayacağım en güzel şey dar sokaklara yansıyan güneşin rengi, bunun sebebinin tüm evlerde kullanılan Lecce taşı olduğunu söylediler. Bunun dışında, Rönesans mimarisine özel ilgisi olanlar için burası bir açık sergi alanı gibi, hepsi yürüyüş yolunda dizilmiş, Basilica di Santa Croce, Duomo di Lecce, Castle of Charles V, Roman Amphitheathre, Chiesa di San Giovanni Battista, Porto Napoli, Chiesa di San Matteo, Eglise Santa Chiara gibi enfes yapılar var.

Lecce için alternatif bir önerim var ki hem profesyonel bir rehberle şehri gezebilir hem de Lecce’nin tüm lezzetlerini ve şaraplarını tadabilirsiniz. Linki aşağıda.

https://www.viator.com/tours/Lecce/Street-Food-Tour-of-Lecce-with-Wine-Tasting-and-City-Sightseeing-with-Local-Guide/d22769-108666P1

Diyelim şehir küçücük, kendim gezeyim kafama göre, listedeki lokantalardan birinde yiyeyim derseniz de bu sefer akşam için çok tatlı bir aktivite önerim var. Burası bir yemek kursu, hani gündüz yediğiniz ve muhtemelen çok sevdiğiniz pasticiotto var ya, onu bile yapmayı öğrenebilirsiniz. Link aşağıda:)

https://www.viator.com/tours/Lecce/Traditional-Home-Cooking-Experience-in-Bologna/d22769-17024P224?eap=visitacity-225704667-14055&aid=vba14055en

2.gün: Otranto, Alberobello, Fasono

Gelelim Otranto’ya. O kadar güzel bir şehir ki, keşke gece burada konaklasaydık dedik. Zaten bu gezinin en güzel iki noktası Otranto ve Polignano a Mare.

Ortanto’da aracınızı park ettikten sonra denizi solunuza alıp da ana sokağında yürümeye başladığınızda başka bir dünyaya gitmiş gibi olacaksınız. Özel tasarım butikler, hediyelik eşya satan son derece özel dükkânları geze geze Otranto Katedrali’ne ulaşıyorsunuz.

Otranto Katedrali’nde sergilenen kafataslarının hikâyesi: Buranın bizim tarihimiz açısından da önemi büyük, bildiğiniz gibi Fatih Sultan Mehmet’in ömrünün son yıllarında yaptığı bir İtalya seferi var, amaç Akdeniz’de yayılmak. Kaptan-ı Derya Gedik Ahmet Paşa, Napoli Krallığı ile tam da Otranto’da karşılaşiyor, kale fethediliyor, Napoli Kralı Papa’dan yardım istiyor, bu arada Lecce ve Sicilya’nın bazı köyleri de fethediliyor ve tam 13 ay oralarda kalıyoruz. Ta ki Fatih ölüyor, Arnavutluk üzerinden geri çekiliyoruz, İtalyanlar bayram ediyor. (bu son kısmı bizim kitaplardan) Asıl ilginç olan Türkler’in 1480’de Otranto’ya çıkışının haberi 6 gün sonra Roma’ya ulaştığında devlet yöneticileri ve kilise korkutucu söylentiler yayarak halkı Türkler’in Hristiyanlığın merkezi Roma’ya kadar uzanabilecek ilerleyişlerini önlemek için harekete geçirmeye çalışıyor. Burada söylenenlerden biri de Türkler’in Otranto’yu fethinden sonra bütün erkekleri şehir dışındaki bir tepeye toplayarak müslüman olmayı kabul etmeyenlerin kafalarını uçurdukları. İtalyanlar, Hristiyanlığı terk etmektense ölümü tercih etmiş oldukları savunulan 800 kişinin katlediğini iddia ettikleri Minerva Tepesi’ne şehitler tepesi adını vermişler. İşte, savaşta ölen bu 800 kişinin kafatası ve kemikleri yüzyıllardır Otranto Katedrali’nde sergilenmeye devam ediliyor. Aşağıda birebir kendi tarihlerinden alıntıyı veriyorum:) Ben açıkçası yazılanlara inanmadım.

“Otranto was subject to continual attacks by the Turks. One of those attacks is still remembered today as one of the bloodiest ever. In 1480, an Ottoman army sent by Mehmed the Conqueror captured Otranto. Some 800 citizens, known as the “Martyrs of Otranto,” were beheaded after refusing to convert to Islam. The following year, after causing much destruction, the Turks abandoned the town.”

Neyse, biz Türk olduğumuzu fazla çaktırmadan çıktık katedralden, bu sefer kafelerin arasından yukarıya doğru devam edip Otranto Kalesi’ne doğru tırmandık. Kalenin kapılarından dışarı çıkınca önümüzde şahane bir deniz karşıladı bizi. Resimler aşağıda. Bu arada denize hala giriliyordu, biz denemedik, onu Polignano’ya sakladık. Yine de deniz derseniz, kasabanın hemen yakınlarında doğal bir plaj var: Spiaggia Porto Badisco, gidip serinleyebilirsiniz. Biz surlara bakan sokakta kafelerde takıldık, tur rehberleriyle muhabbet ettik, dükkânları gezdik.

Otranto’nun tadı ayrıydı, mutlaka görülesi. Buradan öğlen yola çıktık, istikamet Alberobello. Yani aslında Itria Vadisi’ne dönüyoruz, buradaki kasabaları sırasıyla gezeceğiz şimdi. Zaten vadiye gelince anlayacaksınız, kasabaları öyle bir ahenkle dizmişler ki, hepsi birbirinin aynı gibi, ama detaylarda farklılar, sanki biri olmasaymış diğerleri de olmazmış gibi duruyorlar. Tüm kasabaların ortak özelliği, beyaz şarap, zeytin, trullo evleri, özel yemekleri ve konaklamak için massera dedikleri çiftlik evleri.

Alberobello, 1500 civarındaki trullo evleriyle en turistik kasaba. Konik çatılı, harçsız örülmüş duvarları, beyaz ve gri renkleriyle trullo evleri UNESCO Dünya Mirası kapsamında koruma altında. Ortaçağ feodal sisteminde halktan alınan vergiler, bölge yaşayanlarını bu konik biçimli evleri yapmaya itmiş, harç kullanılmadan yapılan bu evlerin özellikle çatıları hemen yıkılabilir olduğu için, vergi memurları geldiğinde kolaylıkla ortadan kaldırılabiliyormuş.

Alberobello, gezilecek çok sayıda ilginç dükkan ve trullodan yapılmış kiliseleri, müzeleri ile turistlerin ilgisini çekiyor. Yaklaşık 1.000 trulliden oluşan kasabanın sadece bu bölgede görebileceğiniz evleri mimari açıdan son derece ilginç. Dar sokaklar ve geçitlerle kendine has bir ağ oluşturan Aja Piccola ve müze olarak kullanılan Trullo Sovrano ile Kutsal Doktorlar Anıtı burada görülmesi gereken yerler arasında bulunuyor. Hele bir de tam trollo evlerini arkanıza alığ kiliseye çıkan ana caddede yolun sonundaki büyük kiliseye çıkarken solda bir şarküteri var ki oradan aldığım parmesan peynirinin tadını unutamam. Döndüğümüzde her gün kendimize limit koyduk çabuk bitmesin diye. Mekanın adı Mizzi Valerio, mutlaka uğranası.

Alberobello’da trullo tarlasında kendinizi kaybedin, sonra meydanda tüm trulloları göreceğiniz bir kafeye yerleşin, gelip geçeni izleyin. Hava kararmadan yola çıkın, istikamet Fasono, geceyi bir çiftlikte geçireceksiniz. Evet, bu bölgede massera denilen çiftlik evlerinin bence en güzeli, hiç düşünmeyin yerinizi ayırtın.

https://masseriasalamina.com/

Burası aslında bir ortaçağ kalesi, o zamanlarda Aragon yasalarının geçerli olduğu bölgede, kalenin toprak sahipleri, çevre köylüleriyle burada tarım yapıyormuş, şu anda da sadece rüya gibi bir otel değil, aynı zamanda Puglia yerel lezzetlerini tadabileceğiniz, hatta satın alabileceğiniz bölgenin önde gelen gurme restoranlarından sahip. Yukarıda verdiğim linkte bu heybetli şatonun resimlerini inceleyebilirsiniz. Biz burada iki gece kaldık, rüya gibi bir oda, önünde kocaman bir teras, yüksek tavanlar, sevgiliye tekrar aşık olunacak bir atmosfer…

3. gün: Itria Vadisi kasabaları, Monopoli

Ertesi gün, vadideki tüm kasabalarını gezdik, Locorotoronto, Martina Franca, Cisternino… Her birinde birkaç saat oyalandık, yerel yiyecek ve şarapları denedik. Bunlardan Martina Franca gerçek bir şölen, tüm duyulara hitap eden bir açık hava müzesi. Tarihi kasabanın öne çıkan özellikleri arasında küçük, kıvrımlı caddelerini süsleyen karakteristik beyaz evleri ve Ducal Sarayı, Palazzo Martucci, Palazzo dell’Università, Palazzo Motolese, Palazzo Maggi ve Palazzo Ancona’nın görkemli barok mimarisi sayılabilir. Burada, 2 saat boyunca daracık sokaklarda dolaştık, surlar içindeki evler, siesta saatlerinin sessizliği, hafif esen meltem, o kadar dinlendirici bir yer ki, mutlaka gezin.

Burası aynı zamanda Itria Vadisi’nin en kalabalık ve en büyük yerleşim yeri. Dönemin zengin ve soylu ailelerinin yaşadığı Martina Franca oldukça kalabalık bir nüfusa sahip, 700 yıllık şehrin nüfusu 50 binJ Gerçek bir citta slow, sokaklarda yavaş yavaş yürüyün, önünden geçtiğiniz bir yapı asırlık olabilir, hiç değişmeden de durmaktadır büyük ihtimalle. Zaten hep söylüyorum, bu geziyi mimarlar (barok ve rokoko eserlerini yerinde görmek için) ve vejetaryenler mutlaka yapmalı diye Özellikle Alberobello’nun turist kalabalığından sonra ilaç gibi geldi. Biraz mola vermek istediğinizde Piazza Plebiscito Meydanı’nda bir kafede oturun, gelen geçeni seyredin. Aşağıda meydanın resimleri var, işte böyle bir güzellik

Akşamüstü, bu sefer Monopoli’ye gidelim dedik, iyi ki de öyle yapmışız, zira akşamını çok sevdik. Monopoli, kaldığımız masseraya da oldukça yakın, resmi çizilesi bir balıkçı kasabası. Burada yapılacak en iyi şey şehrin renkli sokaklarında kendinizi kaybetmek, ara sokaklara serpiştirilmiş yerel barlarda aperol içmek ve bol bol yürümek.

4. gün: Polignano, Bari

Ertesi sabah istikamet Bari… Ama öncesinde yol üzerinde gezinin en özeli Polignano a Mare’ye uğruyoruz. Burada da birkaç saat oyalanırız dedik ama ayrılamadık, hatta ben beni burada bırakın dedim, tadı damağımda kaldı bu kasabanın. Günlerce ortaçağdan kalmış ve aynı şekilde korunmuş kasabaların ağır barok mimarisinden sonra, prehistorik dönemden kalma başka bir kasabada bulduk resmen kendimizi. Kesinlikle İtalya’nın en güzel kasabalarından biri. Bir kere inanılmaz bir renk cümbüşü var, eski yüksek evlerin altında kayalıklar, onların altında mağaralar ve sonra muhteşem turkuaz minicik bir kumsal, resimlerim aşağıda. Sokaklarında hamur işi kokuları, sardunyalarla bezenmiş balkonlar, mükemmel restoranlar, hangisini anlatayım? Yıllar önce Ayhan Sicimoğlu programlarından birinde izlemiştim, gerçekte de hastası olarak ayrıldım. Buraya balayı veya evlilik yıldönümü için gelmeli, döndükten sonra yeni evlenen arkadaşımı gönderdim, çok mutlu döndüler.

Aşağıda resimlerini gördüğünüz oyulan kayalarla oluşan mağaraların hemen önündeki minik kumsala gitmek için, meşhur Modugno heykelinin yan tarafından açılmış kısa bir tünelden yürüyüp kendimizi turkuaz sulara ıraktık. Donduk, ama değdi. Biraz ısınınca bu sefer mağaraların tepesinde kurulmuş şehri gezmeye başladık, burada balconetta tabelalarını takip ederseniz şehri en iyi fotoğraflayabileceğiniz yerleri kolayca bulabilirsiniz.

Dediğim gibi, Polignano’dan ayrılmak istemesem de, Bari’de ayırttığımız odanın sahibi arayıp nerede kaldığımızı sorunca yine düştük yola, Bari’ye kısa bir yolculuğun ardından ulaştık. 4 gün o kadar az insan ve o kadar sakin şehirler görmüşüz ki kalabalığı unutmuşuz. Meğer Bari’nin Cumartesi akşamları ünlüymüş, şöyle diyeyim, tüm çevre kasabalar Bari’ye akmış, meydanlar tıklım tıklım, her kilisenin altında ayrı bir konser, gençler bira içiyor, yaşlılar dans ediyor, böyle bir güzellik yok, festival havası. Bari tarihi şehir, katedralleri, doğal insanları, harika yemekleri ve gece bambaşka bir havaya bürünmesiyle mutlaka görülesi bir şehir…

Ara sokaklarda güney İtalya lezzetleri satılıyor, bir köşede panzerotti, diğer köşede puglian foccacio. Gece 2:00’de artık yorgunluktan ölmek üzereydik, kendimize odamıza attık, sabaha kadar ölü gibi uyuduk.

Unutmadan Bari’de kaldığımız oda da lokasyon ve ortam olarak çok farklı bir tecrübeydi. Gerçi sadece birkaç saat uyumak için kullandık, ama yer olarak olabilecek en uygun lokasyon, fiyatı da uygundu.

https://www.booking.com/hotel/it/just-here-apartments-la-mansarda.tr.html

Peki tüm gezi bütçemiz ne kadar tuttu? İki kişi uçak, araba kiralama, benzin, tüm oteller ve diğer harcamalarla kişi başı 800 EUR harcadık.Massera konaklaması ve uçak biletleri en önemli kalem burada.

Ertesi sabah, İstanbul’a döndük, ama bu gezinin tadı başkaydı, en kısa zamanda bölgenin gidemediğimiz yerlerine de gidip size yazmak dileğiyle,

Sevgiler,

Puglia’da mutlaka yapılması gereken 10 şey listem için buraya tıklayınız

Puglia’nın yerel ikonik lezzetlerini tanıttığım yazım için buraya tıklayınız

Puglia’da nerede yemeliyiz konulu yazım için buraya tıklayınız

Beni instagram ve facebook’tan takip edin, yazılarımın özetleri ve vurguladığım kısımlarından hızlıca haberdar olun. @ayseningezileri

7 Nisan 2019