Slovenya

2019’un Favorisi: Slovenya Bled Gölü, Üstüne Tatlı Niyetine Ljubljana

Biz aslında Slovenya’yı yıllardır merak ediyorduk, ama bir türlü fırsat bulamamıştık Balkanların bu en Avrupalı ülkesine gitmeye. Fark etmişsinizdir, Balkan gezileri genellikle Makedonya, Bosna, Kosova ve Karadağ’ı kapsıyor, hatta belki bir de Hırvatistan’ı, ama Slovenya pek olmuyor bu rotalarda. Bense bir gittim, kesin bir daha giderim dedim. Slovenya, başlı başına şöyle 1 haftalık uzun uzun gezmeyi hak eden bir ülkeymiş. Hem Balkan, hem Avrupalı, çünkü Avusturya ve Kuzey İtalya’nın dibinde. Doğası Avusturyalı, başkenti İtalyan, halkı Balkan. Daha güzel birleşim olur mu?

Blogumda yeni paylaştığım iki adet Avusturya yazım: Salburg şehir yazısı ve Hallstatt ve Göller yazılarım, aslında aynı rotada yaptığımız Slovenya ile birleşti.Yani İstanbul’dan Salzburg’a uçtuk, araç kiraladık, ilk gün Salzburg’u gezdik bitirdik, zaten hap gibi şehir, akşam Salzburg’da konakladık. İkinci gün sabah erken kalkıp Salzburg’dan aradaki Fuschl ve St. Gilgen kasabalarına uğradık, öğlen Hallstatt’a vardık, hava kararana kadar gezdik ve arabamıza atlayıp ver elini Bled gölü. Burada ülke değiştirme işi de komik, zira tünelin girişi Avusturya, çıkışı Slovenya.O gece Bled Gölü’nde konakladık, ertesi gün Bled Gölü ve çevresini gezip akşam başkent Ljubljana’ya geçtik. 3. gecemizde de burada konaklayıp, son gün tüm şehri gezip akşam uçağıyla Ljubljana’dan İstanbul’a döndük. Dolu dolu 4 gün geçirdik, biraz yorucu ama harika bir rota oldu. Aslında Salzburg-Ljubljana arası toplam 280 km’lik bir yol, yani bunu günlere bölünce hiç yorulmuyorsunuz. Bence size harika bir Eylül-Ekim rotası olur, deneyin, kışa zinde ve moraller yüksek gireceğinize eminim

Burada dikkat etmeniz gereken birkaç önemli konu var. Bizim gibi, varış ve dönüş havaalanlarınız farklı ülkede ise, bazı araç kiralama şirketleri kira bedelinin üzerine ciddi bir de ülke değişikliği bedeli ekliyor. Bunu da araç kiralama işini internetten yaptığınızda minicik yazıyor, fark etmezseniz aracı teslim alırken farkedebiliyorsunuz, daha gezinizin başında moral bozucu oluyor. Bu riske çok dikkat edin, iyice inceleyin, hatta Türkiye ofislerini arayıp kontrol edin.

Diğer bir konu da, başka bir ülkeden kiraladığınız aracınızla Slovenya’ya giriş yaptığınızda, otoban kenarında sınırı geçer geçmez mola yerleri oluyor, onlardan araç için bir sticker satın almanız gerekiyor, kaç gün kalacağınıza göre fiyatı değişen. Biz 1 günlük satılmadığı için 3 günlük aldık, 15 EUR gibi bir bedel ödedik, araca bu serbest dolaşım kartını yapıştırmazsanız ciddi cezası sözkonusu.

Bu detaylardan sonra asıl konuya geçmeden şuraya afili bir Bled gölü fotosu bırakayım ki neden bahsedeceğim kafalarda şekillensin

Slovenya, Avusturya’nın zarafetini kendi sıcaklığı ile birleştirmiş, İtalya tozu serpmiş, ortaya muhteşem bir ülke çıkmış. Yeşile ve iyi yemeğe doyacağınız bir yer burası, hem de son derece bütçe dostu. Bled gölünün gezginler arasında popülaritesinin artması sonrası, Avrupa dışındaki ülkelerden de ciddi sayıda turist ağırlıyor, şöyle ki Bled’te en çok Amerikalılar vardı. Bana sorarsanız, her mevsim Bled’e gidip 3 gün kalınır, başlığı da bu yüzden bu şekilde yazdım. Benim bu yıl en sevdiğim yer Slovenya oldu. Ne yapın edin, vaktiniz yoksa bile bir hafta sonu için Slovenya’ya uçun. THY’nın direkt Ljubljana uçuşu var, 2 saatlik yol, şehrin keyfini çıkarın, sadece 1 saat uzaklıktaki Bled gölün geçin sonra ve yaşadığınıza şükredin. Bled’e hem havaalanından hem de şehir merkezinden 5 EUR gibi bir fiyata kalkan otobüsler var, araç da kiralayabilirsiniz.

Burada bir bilgi daha vereyim, Bled Gölü’ni bir Venedik gezisi ile de birleştirebilirsiniz, yol araba ile sadece 3 saat. Salzburg’dan değil Viyana’dan da gelebilirsiniz, bu durumda da 4 saat. Yani seçenek çok yeterki siz gitmek isteyin

Eğer siz de Bled Gölü’nde konaklama yapacaksanız gönül rahatlığı ile Pension Berc’i öneririm. Hem lokasyonu, hem de kahvaltısı ve akşam yemeği mükemmel. Ev gibi rahat, sahipleri son derece ilgili, bir de ücret ödemeden kullanabileceğiniz elektrikli bisikletleri var bir sürü, ki hayat kurtarıcılar. Her türlü yokuşu rahatça çıkıp görmek istediğiniz her yere kolayca ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca otelin sahipleri, nereye gidelim diye sorduğunuzda rehber ayarında destek oluyorlar, hayat kurtaran tüyolar veriyorlar. Aşağıdaki fotolardan da göreceğiniz gibi, çok şirin bir otel ve göle yürüyerek 4 dakika.

Ben, kalmadığım yerleri önermeyi sevmiyorum. Sizden ricam rezervasyon yaparken (ben booking.com kullanıyorum) bir de Villa Bled’e bakın, bölgenin en iyi oteli, göl kenarında harika bir tarihi bina. Yaz sezonunda fiyatlar uçuktu, ara ara bakmak lazım. Size de pahalı mı geldi, en azından bir yemeklerini yiyin. Hem servis, hem de menüleri çok iyi, ortam ve manzarada cabası.

Bled gölünün etrafında yürümek veya bisiklete binmek burada yapılacak en iyi aktivite. Yürürken tabii ortadaki Bled Adası’nın her konumdan fotoğrafını çekmek büyük zevk. Bled’in bu kadar meşhur olmasının sebebi de işte bu ada ve adanın üzerindeki meşhur kilise.

Bled’de neler yapılır listeme geçmeden önce, burasının çok romantik bir ortam olduğunu söyleyelim. Gelen herkes sevgili, bu nedenle kıştır soğuktur demeden Sevgililer Günü’nde gelmek için iyi bir alternatif, ya da aşk tazelemek için evlilik yıldönümü de iyi bir fikir olabilir.

Bled Gölü’nde Neler Yapılmalı?

Vintgar Gorge Kanyonu:Biz sabah erken kalktık, Pension Berc’te Avrupa’da bulmanın zor olacağı kalitede bir ev kahvaltısı yapıp otelin sahibine ilk nereye gidelim diye sorduk. İyi ki de sormuşuz, zira Vintgar Gorge kanyonunu çok görmek istiyorduk, hava ısınmadan ve kalabalık olmadan önce oraya gidin dedi. Aracımıza atladık, 10 dakikada kanyonun girişine vardık ve hemen sıra beklemeden girdik. Kanyonda yürüyüş, gidiş dönüş 1.5 saat sürüyor, en sonunda harika bir şelale var ve buz gibi havada muhteşem bir doğada yürüyüp çakı gibi çıkıyorsunuz. Biz saat 9:00 gibi oradaydık, 11:00’de çıktığımızda 1 km bilet kuyruğu vardı. Bu kanyonu görmek bence Bled’in olmazsa olmazlarından. Yürüyüşü çok rahat bir kanyon.

Bled Adası:Bled Gölü’nün bu kadar güzel olma sebebi işte bu gözyaşı damlası şeklindeki ada. Adaya, gölün kenarında muhtelif noktalardan kalkan eski kayıklarla 15 dakikada ulaşılabiliyor. Bu kayıklara pletna deniyor ve kaptanlığı babadan oğula geçen eski bir meslek. Pletnalara binip adaya süzülürken ada yaklaştıkça manzara iyice güzelleşiyor. Pletna ile adaya gidiş dönüş için kişi başı 14 EUR ödemeniz gerekiyor, kaptan adaya varınca 40 dakika size gezme süresi veriyor. Adada meşhur kiliseyi gezebilir, adadan göl ve kıyıların manzarasını, yanaşan pletnaları izleyebilirsiniz. Burası gerçekten hayatında gördüğüm en huzurlu yerlerden biri. Unutmadan, gelin ve damatlara rastlayabilirsiniz, kilisede evlenmek çok modaymış.

Bled Kalesi:Evet, kale o her yerden görünen tepedeki kocaman 1000 yıllık kale. Biz tırmanma seçeneğini denedik, biraz yorucu. Aracınızla da çıkabiliyorsunuz. Kalenin içine girmedik açıkçası, amaç gölü yüksekten görebilmekti, mutlaka çıkın, o uçsuz bucaksız yeşili ve mavi ile uyumunu izleyin. Gördüklerinizin Slovenya’nın eşsiz doğal güzelliklerinin sadece ufak bir kısmı olduğundan emin olun. Yüzölçümünün %60’ının yeşil olduğu Slovenya, 2016 yılında “yeşil rota” sertifikası ile dünyada bu unvana sahip ilk ülke olmuş. Bilinçle, doğayı el üstünde tutarak yaşamanın ve sürdürülebilir eko turizmin desteklendiği bu ülkeye gidip ciğerleri oksijenle doldurunca insan kendi kaybettiklerine yanıyor.

Ojstrica tepesi:Burası gizli saklı bir cennet, daha doğrusu göl, ada ve kilisenin en doğru açıdan fotoğraflanabileceği yer. Yarım saat ciddi bir tırmanma gerekiyor, ayağınızda doğru ayakkabı şart. En güzel açıdan resim çekmek istiyorsanız bu ızdıraba değiyor. Çıkıp da manzaraya bakınca gerçekten nefesiniz kesiliyor.

Bled Gölü’nde önerdiğim bir aktivite daha var Kremna Razina isimli Bled’e özgü tatlısını yemek. Bu tatlı, milföy, muhallebi ve kremadan oluşan yumuşacık bulut gibi bir pudingli kek, yemek için gitmeniz gereken yerse Park Café. Hem tatlı yiyip hem de gölün güzelliğini seyredebilirsiniz.

Bir de öneri: Mutlaka tuzlu çikolatalardan edinin, çok özel bir tad. Biz kalıp kalıp yedik, paketleyip İstanbul’a da getirdik. Merkezde her yerde satılıyor. Markanın adı Rajska Ptica, özellikle bitter tuzlu efsane.

Son olarak, Bled’e gelmişken Triglav Milli Parkı, Bohinj Gölü, Savica Şelalesi de rotaya dahil edilebilir, resimlerine baktıkça aklım kaldı, ama bir daha gelmek için de sebep oldu. Yani siz siz olun Slovenya’ya en az 4 gün ayırın, iki gün Bled ve bu saydığım çevresindeki yerler, iki gün Ljubljana olacak şekilde.

Biz akşamüstü başkent Ljubljana’ya doğru hareket ettik ve yolda gördüğüm en güzel kasabalardan biri olan Skofça Loca’ya uğradık. Burası, minicik bir kasaba ama bölgenin en iyi korunmuş Ortaçağ kasabası olarak geçiyor. Keşke vaktimiz olsaydı, hava kararmak üzere olmasaydı, meydandaki dükkanlar ve müzeler açık olsaydı ve bardaktan boşanırcasına yağmur yağmasaydı. Siz buralara gelirseniz bu kasabaya mutlaka 3 saat ayırın, zaten Ljubljana’ya 20 dakikalık yol, benim için gezin, beni iyi anacağınıza eminim.

Şimdi gelelim bu sebebin sürpriz başkentine: Çok sevdik seni Ljubljana...

Bu kadar yakınmış, ben bu güzel şehre nasıl bu kadar yıl gitmemişim dedirtti bana, Ljubljana, 20189 yılının en güzel sürprizi oldu benim için. Biz Salzburg’da başladığımız gezimizi, göller, Hallstatt diye sürdürerek Bled Gölüne, oradan da 3. Akşamımızda Ljubljana’ya geldik ve pek merkezi konumdaki City Hotel Ljubljana’ya eşyalarımızı bırakıp kendimizi renkli şehir gecesine bıraktık. Önceki iki gecemiz Salzburg (akşam 20:00 dedin mi herkes evine çekiliyor) ve Bled (zaten huzurun adresi) ikilisinde geçince böyle cıvıl cıvıl, her meydanında ayrı konser, her restoranında güzel kahkahalar olan şehirleri özlüyor insan. Evet, Ljubljana kısaca 24 saat yaşıyor, aynı İtalya gibi, insanları da pek tatlı. İlk izlenimimizi edindikten ve 5 dakikada bir buraya niye daha önce gelmedik? Ay şu dükkana bak! Şurada mı yesek? Gibi cümleler kurduktan sonra sadece 1 gecemiz ve ertesi günümüz olduğunu hatırladık, valla hüzünlendik. Neyse, 24 saatimizi dolu dolu yaşayalım eve dönünce dinleniriz dedik ve kendimizi sokakların ahengine bıraktık.

Ljubljaba, ismini okumanın zor olduğu bir şehirken öyle güzel yerler gördük ki ilk akşamın sonunda Lubyana deyip geçmeye başladık. Zaten toplam Slovenya’nın nüfusu bizim Kadıköy’den küçük, başkentte 350 bin kişi yaşıyor, ilk gecemizde (zaten tek gecemizdi herhalde nüfusun yarısını görmüşüzdür, herkesler sokaklarda, meydanlarda, nehrin iki kenarındaki barlardaydı. Bir ilginç bilgi daha, sokakta göreceğiniz herkes, angi kesimden olursa oldun, anadili gibi İngilizce konuşuyor, bol bol soru sorun, hoşlarına da gidiyor. Çok nazik, hoşsohbet insanlar ve turistleri el üstünde tutuyorlar.

Özetle, bir haftasonu Ljubljana’ya gelmeniz için sebep çok:

Çok yakın, THY direk uçuşuyla 2 saat.

Yemyeşil, Salzburg gibi, ama çok canlı, üstüne bir de çok iyi bir yemek kültürü var.

Her yeri yürünerek gezilebiliyor, her yer müze, tasarımcı, plakçı, kitapçı, şarap evi, kültürel faaliyete doyuyorsunuz.

Gecesi de çok renkli, cıvıl cıvıl, genç bir başkent.

Burada bir uyarı yapayım: Uçaktan indiğinizde şehir merkezine gitmek için taksiye binmeyin, ya da önceden sorun. 15 dakikalık yolun 45 EUR tuttuğunu duydum. Biz Hallstatt ve Bled üzerinden kendi kiraladığımız araçla gelip, otelin mis gibi kapalı otoparkına koyduk, ücret de ödemedik, şehir merkezine de 4 dakika yürüdük. Aman buna dikkat edin, eğer 4 kişi falan değilseniz taksi seçeneğini değil, otobüsü tercih edin.

Ljubljana’da merkezi Preseren Meydanı olarak alınca otelimiz meydana çok yakındı, gayet memnun kaldık, bu nedenle City Hotel Ljubjana’yı gönül rahatlığı ile öneririm.

Şimdi gelelim gezilecek yerler listesine:

Preseren Meydanı: Şehrin kalbi, hayatında gördüğüm tek pembe kilisenin baktığı, ortasından Triple Bridge’in geçtiği (Üçlü Köprü) meydan. 24 saat yaşıyor, üzerinde üç köprü zigzak yaparak birleşiyor, altından nehir akıyor, tramvaylar geçiyor, gençler gitar çalıyor. Geziye başlamak ve Ljubljana ruhunu hissetmek için en doğru adres.

Dragon Bridge: Şehrin simgesi ejderhaların, 4 tarafında heybetle salındığı başka bir güzel köprü, Preseren Meydanının sol tarafında.

Kongresni Meydanı: Harika binaların açıldığı Preseren Meydanı’nın devamındaki meydan. Üniversite binası da burada. Hemen nehrin diğer tarafında da Republic Meydanı var, daha modern kısıma açılıyor. Yani şehir, nehir, iki paralel cadde ve ara sokaklardan ibaret, ama tam bir açık hava müzesi.

Metelkova:İşte Ljubljana’nın en en değişik mekanı. Kopenhag’a gidenler kült mahalle Christiana’yı bilirler, hani isyankar çiçek çocukların yaşadığı, devletin yok saydığı, belediyenin hizmet vermediği, gezerken sessiz konuşulan, foto çekilemeyen “occupied” edilmiş mahalle, pek çok şeyin serbest olduğu. İşte eskiden bir kışla olan (ironik), savaş sırasında Yugoslav Sosyalist Ordusu’nun kullandığı, Slovenya bağımsızlığını kazanıp Yugoslavya’dan ayrılınca 200 kişilik aykırı bir grubun işgal ettiği bir bölge burası. Yalnız tedirdin olabilirsiniz, ama mutlaka görün. Sokaklar, hele ki muraller harika.

Metelkova’dan şehre geri yürürken Truberjeva sokağını bulun. Hem çok iyi dükkanlar var, hem de harika bir pizzacı. Gerçek kalın hamurlu Roma pizzası yapan Pinsa Rustica’yı bulun, dilim dilim farklı lezzetlerini deneyin, hastası olacaksınız. Deli gibi pizza yiyip iki kişi 15 EUR vermek de cabası.

Tüm bunları ve şehrin tarihini, her gün saat 11:00’de Preseren Meydanı’ndan başlayan ücretsiz şehir turu ile de kolayca keşfedebilirsiniz, linkini buraya bırakıyorum. Bir göz atın derim.

https://ljubljanafreetour.com/

Tivoli Park: Şehrin, tertemiz ve yemyeşil parkı, gezmesi çok keyifli.

Krizenivska Ulica: Nehrin karşı tarafındaki gezmesi zevkli sokak, banklar, evler ve sokağın kendisi çok çok keyifli.

Bunun dışında Milli Müze, Modern Sanat Müzesi gibi pek çok müze var, zevkinize göre seçin beğenin.

Ljubljana’nın Sürprizi: İyi Yemek, Harika Şarap

Şehirde bol bol farklı şaraplar deneyin, bölgenin üzümleri harika ve şarap işine ciddi yatırım yapılıyor. Gitmeden önce aşağıdaki yazıya göz atabilirsiniz. Ben Zelen ve Teran denedim, ikisi de çok güzeldi.

https://winetastingljubljana.com/blog/10-slovenian-wines-you-have-to-try/

Şehir, çok güzel şarap tadım evlerine de sahip. Hemen benim çok sevdiğim iki tanesinin isimleri gelsin: Dvorni Bar ve Wine Store Storija.

Biz bir akşam yemeğimizi Julija’da yedik, otelin yönlendirmesi ile. Mükemmel bir et, Milano’yu aratmayacak bir makarna, çok kıvamında bir Tiramisu ve Zelen büyük şaraba 50 EUR ödedik. Restoranın Internet adresi:

http://www.julijarestaurant.com

Otel bir restoran daha önerdi, biz gidemedik, ama gitmek isterseniz adresi aşağıda:

http://www.restaurant-manna.com

Son olarak dönerken şarap ve ayçekirdeği yağı almayı unutmayın. Yağ soğuk yeniyor, ekmek banmalık.

Keyifli okumalar,

Beni instagram ve facebook’tan takip edin, yazılarımın özetleri ve vurguladığım kısımlarından hızlıca haberdar olun. @ayseningezileri

1 Eylül 2019