Karadağ (Montenegro), Balkanların yükselen değeri. 2006’da bağımsızlığını almış bu şirin ülke, son dönemde turizmde de ciddi bir atak yaptı. Öyle ki, 650.000 nüfuslu bu küçük ülkeyi 2017 yılında 2 milyon civarında turist ziyaret etmiş. Sırplar, Ruslar, Almanlar, İtalyanlar en çok gelenler. Çünkü hemen yakınındaki Dubrovnik’ten güzellik/fiyat dengesi olarak bakıldığında daha avantajlı bir tatil imkanı sunuyor. İnsanları sıcak, tarihi doku korunmuş, birbirine çok yakın kasabalarda her gün farklı bir aktivite yapabiliyorsunuz ve bunları oldukça ucuza maledebiliyorsunuz. Biz de Bosna gezimizin devamına ekledik bu güzel ülkeyi, iyi ki de öyle yapmışız.
Karadağ’a gitmenin en güzel yolu Bosna’yı gezip karadan sahile inmek. Yol üzerinde sınırdan hemen önce Bosna’nın Osmanlı mirasının en belirgin olduğu şehirlerinden olan Trebinje’e uğradıktan sonra ver elini Karadağ. Hem de girişi Herceg-Novi şehri tarafından yapıyoruz ki bir nevi İskandinavya etkisi yaratsın üzerimizde. Burası, Avrupa’nın en büyük fiyortlarından biri ve Kotor Körfezi’ne doğru kıyıdan yol almak muhteşem bir deneyim. Solunuzda dağlar, eğimlerinde şirin küçük kasabalar, sağınızda ise lacivert sularıyla mükemmel manzaralar sunan Adriyatik.
Karadağ turlarında genellikle Budva, Kotor ve Sveti Stefan şehirleri anlatılıyor. Ben gezi notlarımın içine Türklerin pek bilmediği bir kaç güzel ekleme yapacağım.
Öncelikle, Bosna’dan geliyorsanız, karnınız acıkmıştır diye düşünerek, Kotor Körfezine gelmeden mola vereceğiniz özel bir restoran: Stari Milini.
1700 lerden beri un değirmeni iken adını veren aile tarafından dünyaca ünlü bir deniz ürünleri restoranına dönüştürülmüş. Ortam, Adriyatik’ten taze çıkmış deniz ürünleri ve patlıcanlı mezeleri on numara.
Bu özel restoranda karnımızı doyurduktan sonra Kotor Körfezi boyunca yol alarak Budva’ya ulaşıyoruz. Bizim gibi Saraybosna’dan Budva’ya araçla gelirseniz yol yaklaık 4.5 saat sürüyor, (290 km) ama manzaralar için değer. Yok ben İstanbul’dan doğrudan Karadağ’a uçarın diyorsanız THY her gün Karadağ’ın başkenti Podgoriça’ya sefer düzenliyor, ve 1.5 saatte Karadağ’a kolayca ulaşıp havaalanından araç kiralayarak da Budva’ya gelebilirsiniz. Araç kiralama dışında bir seçeneği düşünmeyin, çünkü toplu ulaşımda oldukça gerideler. Bu durumda da başkent ile Budva arası 65 km’lik bir yol.
Biz Bosna’dan Trebinje üzerinden Budva’ya geldik, Budva’yı merkez alıp deniz kenarındaki şehirleri günübirlik dolaştık, 2 gece konakladık, 3. Gün Podgoriça’ya geçip ırayı da gezdikten sonra İstanbul’a döndük. Bosna’da kiraladığımız aracımızı Karadağ’da teslim ettik.
Budva’da konaklama seçenekleri oldukça fazla. Önemli olan Stari Grad (Eski şehir) bölgesine yakın bir yer bulmanız. Bir öneri daha, Budva yazın aşırı kalabalık oluyor, ben bir daha gitsem Karadağ’ın bence en güzel yerleri olan ve henüz tam keşfedilmemiş Perast ya da Przno’da konaklardım.
Budva için konaklama önerilerim: Daha makul fiyatlu Hotel Arka ve özel kumsalı olan Hotel Astoria. Turizm patlaması olduğu için yereller de evlerini kiralıyor, geceliği 50 EUR’ya iyi bir oda bulabilirsiniz.
Biz iki günümüzü şu şekilde planladık. İlk gün Budva ve doğusunu, ikinci gün ise Budva’nın batısındaki Kotor ve çevresini gezdik.
1.gün: Budva, Sveti Stefan, Plajlar, Przno
Gündüz Budva Rivierası’nın bence en iyi plajları olan Jazz Beach, Mogren Beach ve Kamenovo Beach’e uğradık ve yüzdük ama asıl gitmek istediğimiz yer Sveti Stefan adası ve adaya bakan sahildi.
Sveti Stefan, Akdeniz’in kanımca en sıradışı güzelliklerinden biri. Minicik bir adacık, denizin içinden bir kum geçidi ile anakaraya bağlı. Dipdibe kırmızı çatılı evler, deniz ve surların içinde parlıyor. Eskiden 400 civarında bir nüfusu varken, sakinlerinin çoğu 1900 lerin ortlarına çalışmak için Amerika’ya göç etmiş, birtakım iyi niyetli mimarlar evleri otele çevirmiş, hatta o dönemde Hollywood artistleri burada tatil yaparmış, 2007’de Singapurlu Aman Grubu, adacığı 30 yıllığına kiralayıp resort otele dönüştürmüş. Bunun sonucu olarak da, otelde kalmıyorsanız adayı gezemiyorsunuz. Otelin fiyatları astronomik. Peki biz ne yaptık? Öncelikle arabayı orman içine park ettik, sonra denizi sağımıza alıp ormanın içinden harika bir yürüyüşle adaya bakan kuzey plajına ulaştık. Burası muhteşem bir plaj, kum ve denizi harika, yalnız ufak bir sorun var. Kişi başı güneşlenme bedeli 70 EUR dediler Gülsek mi ağlasak mı bilemeyip devam ettik yürümeye, daha doğrusu ileride kum geçidinin güney tarafındaki kalabalığa doğru kaçarak uzaklaştık. Aynı ada manzarası, aynı deniz ama burası halk plajı. Yaşasın, hemen iki kişi şemsiye şezlonga 10 EUR verdik oturduk. Manzaraysa manzara, denizse deniz.
Akşamüstü olunca ormandaki yürüyüş yolundan geri döndük, göremediğimiz aşağıda bir yerlerden çok güzel tabak bardak sesleri geliyordu, dar merdivenleri takip edince kendimizi bence Budva’nın en güzel kasabasında bulduk: Przno. Aynı Eski Foça. Salaş tavernalar, önünüzde harika bir kumsal, keşke burayı daha önce keşfetseydik dedik. Güneşi şaraplarımız eşliğinde batırıp hemen yan taraftaki tavernaya geçtik, Il Brodetto.Ortaya birkaç deniz mahsulü söyleyip keyif çattıktan sonra Budva’ya döndük.
Budva gece hayatı çok hareketli, sevenler için bir cennet. Gece dağların arasında belli bir saatten sonra açılan ve sabaha kadar çılgın eğlencelerin devam ettiği clublar var. Biz, eski şehrin dar sokaklarında gezindik, sahil boyunca yürüdük, oturup güzel kızları izledik :)Rus ve Slav turist çok olunca yapacak en iyi aktivite bu. Budva rengarenk, eğlenceki bir açık hava panayırı geceleri.
2. gün: Kotor, Perast
Ertesi sabah bu sefer tekrar batıya, Kotor’a dopru yola çıktık. Kotor, bildiğiniz gibi UNESCO dünya mirası listesinde olan, tarihi dokusunu korumuş, son derece özel bir konumu olan mükemmel bir şehir. Fiyorda bakıyor, surların koruduğu eski şehir merkezine tarihi kaıdan girdikten sonra tüm o daracık sokaklarda kaybolduk, meydanlarda oturup soluklandık ve kalenin tepesine çıkıp fiyord manzarasını izledik. Kotor eski şehre girerken geçtiğimiz kapının üzerinde Tito’nun bir sözü yer alıyor : “tude necemo svoje nedamo” “Bizim olanı vermeyiz, başkasının olanı da istemeyiz.”
Kotor’un tek olumsuz yanı aşırı sıcakla birleşen turist kalabalığı. Limana sürekli cruise gemiler yanaşıyor ve içlerinden akın akın inen Asya’lı turist günübirlik Kotor’u geziyor. Kotor’a gelmişken, harika bir restoran önerim var size: Galion. Hayatımda gittiğim en iyi deniz ürünleri lokantalarından biri. Bizim rezervasyonumuz (ki birkaç gün önce yapmıştım) akşam için olduğundan Kotor’dan bu sefer Perast’a doğru yola koyulduk, amacımız Our Lady on the Rock’u görmek.
Perast sahile yakın sandalla gidilen minicik bir yapay ada üzerindeki kilisenin adı Our Lady on the Rock. Rivayete göre, balıkçılar bu çevrede balık tutarken denizin içinde Meryem Ana ikonu görmüşler, yıllar süren çalışmalar sonucunda bu yapay ada yapılıp kilise inşa edilmiş ve Meryem ikonu buraya konmuş. Kilise ve ada (bir ucundan diğerine en fazla 25 metrelik bir adadan bahsediyorum) güzel, ama asıl sevdiğimiz kısım motorla geçerken denizden bize selam veren Perast şehrinin manzarası. Motordan inince Perast sahilinde güzel bir yürüyüş yaptık ve baktık yaşlı amcalar kaldırımdan denize giriyor, neden olmasın deyip biz de bıraktık kendimizi sulara. Arkada Perast ve üstünde kapkara dağlarla mükemmel bir manzara eşliğinde serinledik.
Dönüşte Galion’da erken bir akşam yemeğinden sonra Kotor eski şehir içindeki Old Vinery’ye uğradık. Şarap menüsünün kalitesi bir yana mükemmel jazz ve blues çalıyorlar, Kotor’da bence akşam takılmak için en güzel mekan burası. Uğrayıp birer kadeh şarap içelim diye girip saatlerce kaldık, yerellerle şarkı söyledik. Geç saatte Budva’ya döndük.
3. gün: Podgoriça
Sabah erken yola koyulduk, uçağımız öğleden sonra. Podgoriça’yı gezmek için 3 saat verdik kendimize. Zaten yeterli. Şehrin yeni yapılan kısmında görülmeye değer bir şey bulamadık, Osmanlı Mahallesi’ne yolladık. Burada iki cami ve eski Osmanlı evleri var, daha da önemlisi herkes Türkçe konuşuyur, size sarılıyor, çay ikram ediyor. İyi ki de bu tarafa gelmişiz, zira bence sadece bunun için Podgoriça’ya gelinir diyebileceğim bir Osmanlı restoranı keşfettik: Pod Volat. Burada yediğim köftenin ve Kemalpaşa tatlısına benzer tatlının tadını hayatta unutamam. Size önerim, Podgoriça’ya yolunuz düşerse, direk buraya gidin, başka bir yer bakınmayın.
Özetle, iki ülkeyi birleştirip hem tarihe, hem denize, hem yemeğe ve en önemlisi de Balkan kültürüne doyduk.
Herkese tavsiye ederim.
Sevgiler,
Beni instagram ve facebook’tan takip edin, yazılarımın özetleri ve vurguladığım kısımlarından hızlıca haberdar olun. @ayseningezileri
16 Haziran 2019