Güney Amerika

Buenos Aires’te Tango, Üstüne Yağmur Ormanları’nda Şelale, En Son da Tatlı Niyetine Cennet Rio Gezi Rehberi

Arjantin ve Brezilya Hayali Kuranlar İçin Konuya Giriş yazımı okuduysanız, geriye rota üzerinde görülmesi gereken yerler kalıyor. Buyurun o zaman, fazla uzatmayayım, rota planı sırası ile:

Buenos Aires: ( 3 gün)

Buenos Aires, şiir gibi şehir. Avrupai, o kadar fakirliğe rağmen bakımlı, renkli. Siz gene de tedbiri elden bırakmayın, bilmediğiniz ara sokaklara dalmayın, manzara bir sokak ileride çok değişebiliyor, şehrin tadını çıkarın. Tango, et, futbol üçlüsü şehre damga vurmuş durumda. Tango gösterisi izleyin, mümkünse River Plate veya Boca Junior’ın maçına gidin, Bir de et yiyin. Gerçekten benim bugüne kadar et diye yediklerim neydi diyeceksiniz.

Aşağıda, Buenos Aires’te görülmeden dönülmemesi gereken yerleri kısa kısa özetledim. Bu yerlerin hepsini 3 günde bol bol yürüyerek bitirebilirsiniz. İnanın 3. gün zaten Arjantin’de yıllardır yaşıyor gibi hissedeceksiniz. Güzel havalar şehri, sizi sımsıcak kucaklayacak.

Plaza De Mayo: Ülkenin bağımsızlığının ilan edilmesine ve cunta rejimi iktidarının başlamasına sahne olan Mayıs Meydanı (Plaza del Mayo), bağımsızlığın 1. yılının onuruna 1811’de inşa edilmiş. Şehrin merkezi olarak anılan ve kaçırılması mümkün olmayan güzel yapı, pembe ev yani Casa Rosada. Eva ve Juan Peron’un balkonunda konuşmalar yaptığı şehir simgesi, Başkanlık Binası. Günümüzde de gösterilere sahne olan meydan, 30 yıldır her perşembe cunta döneminde kaybolan çocuklarını anan Mayıs Meydanı Anneleri’ne ve onların destekçilerine ev sahipliği yapıyor. Zaten Arjantin’de her an bir miting var.

Otelinizi bu çevreden ayarlayın, burası görülmesi gereken yerlerin tam ortasında, merkez olarak alabilirsiniz. San Telmo’ya ve ünlü Florida Caddesi’ne rahatça yürüyebilirsiniz.

Catedral Metropolitana-Gral Jose de San Martin mozolesi: Plaza De Mayo’da bulunan ünlü İtanyan mimarisine sahip kilise. İçinde Arjantin’in İspanya’ya karşı olan bağımsızlık savaiının lideri olarak bilinen Jose de San Martin’in mezarı var. Çok güzel bir kilise, mutlaka içine girip gezilmeli. İç mimarisinde Neo-Rönesans ve Neo-Barok akımlarının etkilerini görebileceğiniz yapıda, heykelleri ve sunağı kaçırmayın.

Cabildo (Eski Meclis Binası): Mayıs meydanında görebileceğiniz son eser kentin en eski binası, eskiden meclis olarak kullanılan beyaz yapı.

Mayıs meydanını gördükten sonra San Telmo’ya yürüyerek ilerleyin. Rotada birbirine yakın yerleri birleştirerek yazıyorum ki vakit kaybetmeden gezebilin.

Cafe Tortoni: San Telmo’yu gezdikten sonra tekrar Plaza de Mayo’ya dönüp, bu sefer Avenido de Mayo caddesini keşfedin. İlk durak şehrin en eski en elit cafesi. Aynı zamanda tango gecelerine, eski tablolara ve antikalara da ev sahipliği yapıyor. 1800’lerden kalma Cafe Tortoni. Önündeki kuyruktan doğru yerde olduğunuzu anlayabilirsiniz. Gerçek demleme çay, çok iyi kahve ve harika pastaları var. Kesinlikle kaçırmayın derim, çok keyifli bir mekan, tam bir tarihten sayfa.

Dokuz Temmuz Bulvarı: İhtişamlı 9 Temmuz Bulvarı (Avenida de 9 Julio), 16 şeridiyle dünyanın en geniş bulvarı unvanına sahip. Adını Arjantin’in bağımsızlığa kavuştuğu tarihten alan bulvarı, bir kerede karşıdan karşıya katetmek oldukça zor. Bulvarın tam tam ortasında kocaman bir dikili taş var, ve tüm sokaklar ortadaki bu dikili taşa çıkacak şekilde kanal gibi diklemesine konumlandırılmış.

Palacio Barolo: Burası bir residans/palas, ben özel tur aldım. Her gün altı kere 90 dakikalık tur düzenlenen ve apartmanın özel tarihinin anlatıldığı bence Buenos Aires’te yapılacak en değişik aktivite. 1920 yılında inşa edilen bina, mimari ve temada Dante’nin İlahi Komedi’sinden esinlenmiş, katlar cennet, cehennem gibi sıralanmış, gezilen katlarda pek çok farklı metafor mevcut ve rehber harika anlatıyor. Binada, masonlara da saygı duruşu mevcut. 100 yıllık asansörü, inanılmaz atmosferi ve en üst kata deniz fenerinin bulunduğu yere çıktığınızda tüm Buenos Airesi’i 360 derece görebileceğiniz bir çatı katı var. Mutlaka zaman ayırın.

Florida Caddesi: 1971 yılında beri araç trafiğine kapalı olan Florida Caddesi (Calle Florida), bizim İstiklal’in eski güzel zamanlarında olduğu gibi. Her yerde sokak sanatçıları, tango gösterileri, mağazalar ve şehrin en eski binalarından biri olan Galleria Pasifico isimli alışveriş merkezi var. Çirkin AVMlerden asla değil, tavan resimlerini görmek için bile gezilebilir.

Puerto Madero: Ana merkezi gezdikten sonra Florida Caddesinin en sonuna yürüdüğünüzde karşınıza çıkacak büyük bulvardan karşıya geçip tren yolunun üzerini de atlayıp nehre doğru ilerleyin. Arjantin’in en iyi et lokantalarının bulunduğu modern kısmı olan Puerto Madero burası. Çok orijinal bir köprü göreceksiniz önce, Kadınlar köprüsü. Nehrin üzerinde yelkenliler, nehre bakan restoran ve barlar çok şık bir Avrupa şehri havası vermiş buraya. Akşamları çok kalabalık, özellikle gençler bu bölgeye rağbet ediyor.

Recoleta Mezarlığı: Şehrin başka bir semti Recoleta. Buraya merkezden taksi ile hızlıca ulaşabilirsiniz, resmi taksi bulup taksimetreyi açtırdığınız sürece şehirde mesafeler çok uzak olmadığından bence en risksiz ve rahat ulaşım taksi. Hedefimiz dünyanın en güzel mezarlıklarından biri olan ünlü Recoleta Mezarlığı.

Eva Peron, Arjantin devlet başkanları gibi ülke tarihinin önemli isimlerinin mezarlarının bulunduğu Recoleta Mezarlığı (Cementerio de la Recoleta), 1822 yılında inşa edilmiş. Sıra sıra uzanan, sokak sokak dizili, 2-3 katlı mezarları barındıran kutsal alan, aynı zamanda seküler bir mezarlık, farklı dinlere mensup kişiler yanyana gömülebiliyor. Tabii ki çoğunluk Katolik. İlginç olan, mezarlıkların kasvetli yapısının aksine oldukça görkemli bir açık hava müzesi görünümünde. Bak bak doyamıyorsunuz, mezarlar inanılmaz ihtişamlı.

La Biela Cafe: Recoleta Mezarlığı’nın kapısının tam çaprazında, çok eski ve tarihi bir cafe, girişinde Messi’nin kendi boyutlarında bir maketi var, mutlaka görürsünüz. İçeride, Borgez ve arkadaşı Casares’in karşılıklı oturduğu bir masa karşılıyor sizi, hem demleme çay var, hem de Latin Amerika’nın ünlü dulce de loce crep’i (süt reçelli krep) Ortam mükemmel, duvarlar tarihe damga vurmuş ünlülerin resimleriyle dolu, kaçırmamanız gereken bir atmosfer.

El Ateneo Grand Splendid: Recoleta’ya gidince kaçırılmaması gereken başka bir ikonik mekan. Buenos Aires’in en orijinal kitabevi, kütüphanesi. Mutlaka görülesi. Özelliği şu, eski büyük tiyatro salonu, koltukları sökülüp çok orijinal bir kitapçıya dönüştürülmüş, sahne ve perdesi hala duruyor ve kitaplar mimariye uygun helezoni bir yapıda yerleştirilmiş. Mükemmel bir dizayn, gezginlerin uğrak yeri.

La Boca: Şehrin en renkli semti. La Boca, ağız demek, nehrin döküldüğü yer, ilk gelen İtalyanlar buraya yerleşmiş, tango burada doğmuş, Maradona bu sokaklarda büyümül, top oynadığı ve Boca Juniors’ın maçlarına ev sahipliği yapan ünlü La Bambonera stadı burada. Evler rengarenk, en ünlü sokağı “sanatçılar sokağı” olarak da bilinen ve o fotoğraflarda gördüğünüz renkli evlerin bulunduğu El Caminito. Caminito civarındaki evler eski ve batık gemilerin saclarından inşa edilmiş ve sonra da tekne boyalarıyla boyanarak bu renkli halini almış. Her yer sokak sanatçıları, küçük turistik dükkanlar, her yerde tango, size birşeyler satmaya çalışanlar, yani aşırı turistik. Burası aynı zamanda karmaşık ve biraz isyankar bir bölge, aman bilmediğiniz ara sokaklara girmeyin, çantanıza sahip çıkın. Bir de akşam saatlerine kalmayın.

Palermo: Buenos Aires’in en büyük semtlerinden biri. Öyle ki Palermo Soho, Palermo Hollywood, Palermo Viejo, Palermo Botonico gibi bölümlere ayrılmış. En güzel muraller burada. Bir de yerel tasarımcılar, benim vaktim kalmadığı için gezemediğim Eva Peron Müzesi burada. Palermo’yu gezerken Avenida Santa Fe’yi merkez alın, yolunuzu buna göre bulun, sokaklarda kaybolun.

Tigre: Parana nehrinin deltası aslında burası. Buenos Aires’e 30 dakika uzaklıkta, şehirlilerin mesire yeri gibi. Ulaştığınızda bir nehir turuna katılıyorsunuz, nehrin iki kenarında çok güzel evler var, vaktiniz varsa görebilirsiniz.

Son olarak, Buenos Aires’te iyi et yiyebileceğiniz restoranların isimlerini veriyorum. Şehirde yeme içme her ne kadar ucuz olsa da, bu vereceklerim bir tık pahalı, ama çok iyi restoranlar. Gündüzleri Empanadas yiyin, bu bir nevi çibörel, ama daha küçük ve içi bol malzemeli, zaten Güney Amerika’nın en meşhur atıştırmalıklarından. Sokaklarda her yerde satılıyor, peynirlisi, etlisi, çok çok ucuz. Zaten bir gün Cafe Tortoni diğer gün de Relolata mezarlığına gittiğinizde Cafe Biela’da birşeyler atıştırırsınız. Dolayısıyla akşamlarınızı et ve Malbec şaraba ayırıp, bütçeyi de dengelemiş olursunuz.

İyi etçiler ve uluslararası kalitede restoranlar, Puerto Madero bölgesinde nehir kenarında sıralanmış. Biz Happening ve Cabana Las Lilas’ı denedik, ikisinden de çok memnun kaldık. Fiyatları incelemeden girmeyin. Bir de yanında mutlaka Malbec şarabı için.

Ve şimdi aşağıda tüm bu yerlerin resimleri toplu halde, açıklamalarıyla:)



Ve Hayallerin Gerçek Olduğu An: İguazu Şelaleleri: (4-5. günler)

Arjantin-Brezilya seyahatinin pek çok güzel anından en unutulması kuşkusuz İguazu şelalelerini görmek. Dünyada pek çok güzel yer görebilmiş biri olarak söylüyorum: Iguazu, tüm geziseverlerin mutlaka bir kez görmesi gereken bir yer. Hani hayatta tek bir şelale görme şansınız varsa Iguazu olmalı. İlk gördüğüm anı unutamadığım birkaç yerden biri oldu Iguazu, seneler geçse de unutamayacağımı biliyorum

En optimum rota: Türkiye’den Buenos Aires’e uçmak, 3 günü buraya ayırmak, o günlerden birinin Pazar olması, çünkü Pazar günü San Telmo’da harika bir bit pazarı kuruluyor, insanlar New York’tan geliyor, öyle diyeyim.

Bu gün planına göre 4. Günün sabahı Buenos Aires’ten İguazu’nun Arjantin tarafına La Tam havayolları ile iç uçuş yapmak

Bu konu önemli, İguazu, üç ülkenin (Paraguay, Arjantin, Brezilya) tam ortasında. Paraguay’a nehir bırakılmış, diğer ikisi bölüşmüş tüm güzelliği. Bu ilginç konumundan dolayı, öyle gittim, gördüm, iki saatte döndüm gibi bir durum yok. Hem Arjantin, hem Brezilya tarafının gezilmesi için 2 gününüzü ayırmanız lazım.

Şelalelerin Brezilya tarafında konuşulan Portekizce’deki adı Cataratas do Iguaçu, Arjantin’de konuşulan İspanyolcası Cataratas del Iguazú. Çok farklı değil mi Yerli Guarani dilindeki anlamı Büyük Su.

İguazu iki ülkenin arasında olduğu için iki havaalanı var. Birisi Arjantin’deki İguazu (IGR) ve diğeri de Brezilya’daki İguaçu (IGU). Arjantin tarafındaki şehrin adı Puerto İguazu, Brezilya tarafındaki şehrin adı Foz do İguaçu. Buenos Aires’ten IGR’ye uçmak, oradan karayolu ile Brezilya tarafına geçmek, IGU’dan Rio’ya uçmak ideal rota.

Dolayısıyla Arjantin tarafını bir günde gezip, akşam Brezilya tarafına geçip, konaklayıp, sabah Brezilya tarafını bitirmek en mantıklısı. Sınırdan otobüsle geçmek çok kolay, Rio Uruguay diye bir otobüs firması var, ücret uygun, sizi sınırdan diğer tarafa atıyor, pasaportlara sınırda damga vuruluyor, o kadar.

ABD’nin “First Lady”si Eleanor Roosevelt İguazu’ya geldiğinde, şu ünlü cümleyi sarfetmiş: “Poor Niagara” (zavallı Niagara). Evet, Niagara Şelalesi belki daha ünlü ama İguazu çok geniş ve 2.700 metrelik alana yayılmış yükseklikleri 60 ila 82 metre arasında değişen 275 şelale var. En ünlüsü olan Şeytan Boğazı U şeklinde, 82 metre yükseklik, 150 metre genişlikte, İspanyolca adı Garganta del Diablo, Arjantin tarafında seyir terasından izleniyor. Galiba en etkileyici yer de orası. Şelaleyi neredeyse 270 dereceye yakın bir açıdan izlemek mümkün.

Şimdi kafalarda en önemli soru şu: Şelalelerin hangi tarafı güzel? Arjantin tarafı, suyla fazla yakınlaşıyorsunuz, çünkü şelalelerin çoğu Arjantin tarafında. Ama Brezilya tarafı da çok yeşil, çünkü Amazon ormanları etkisini hissettiriyor, ilaveten şelaleleri karşıdan izlemek ayrıca keyifli. Ben ayıramıyorum.

Ve İguazu’da mutlaka yapılması gerekenler de bence şu şekilde:

  1. Milli Park’a girdikten sonra Şeytan Boğazı’na yürümek, şelalenin gökkuşağı altındaki en güzel görüntüsü orada. (Arjantin)
  2. Trenle milli park içinde seyahat etmek, yürüyüş rotalarını tamamlamak ve sadece şelaleleri değil, bitki örtüsünü deneyimlemek, Tukan kuşlarını, kelebekleri görebilmek (Arjantin)
  3. Brezilya tarafında yürüyüş parkurunda tüm şelaleleri bu taraftan görmek (Brezilya)
  4. Macuco Safari’ye katılmak, şelalenin altına kadar gidiyor tekneler ve inanılmaz keyifli bir rafting (Brezilya)
  5. Kuş Parkı’nı ziyaret etmek, sadece bu bölgede yaşayan hayvanların doğal ortamlarında gözlemlenebildiği park (Brezilya)
  6. Bütçe ayırabiliyorsanız kuş parkının hemen karşısından helikopter turuna katılmak (Brezilya) 10 dakikası 100 dolar, bir helikoptere 3 kişi biniyor.
  7. Yazmazsam ayıp olup, Arjantin tarafında et yemek, Brezilya tarafında ise Churrascaria modasına uymak (yiyebildiğin kadar ye anlamına geliyor).

Ve Rio, Dışı Seni İçi Beni...(6-7-8. günler)

Rio de Jenerio’ya gitmek, dünyanın her yerinden insanın hayallerini süsler. Öyle ya, Copacabana ya da Ipanema sahillerinin bembeyaz kumlarında yürüyen harika vücutlu güzel kadınlar, sörf yapan erkekler, çılgın karnaval görüntüleri, bitmeyen Noel kutlamaları, muhteşem Cristo Redentor’u televizyonlardan izleyerek büyüdük biz.

Ancak Brezilya’nın ekonomisinde yaşanan sorunlar, şehir hayatına oldukça fazla yansımış, yani o izlediklerimiz duyduklarımız halkın belki % 5’i için geçerli. Ülkenin kozmopolit yapısını ilk yazımda oldukça detaylı anlatmıştım, öncelikle ciddi bir güvenlik sorunu var. Öyle elinizi kolunuzu sallayarak ay bu sokak ne güzelmiş gireyim diyemiyorsunuz, canım şehrin tepelerinden bazıları favela (gecekondo mahalleleri) ve kendi polisleri bile giremiyor. Şehri yalnız gezecekseniz, çok dikkatli olun. Buenos Aires’ten oldukça farklı burası.

İlk yazımı tekrarlamak istemiyorum, doğrudan gezilecek yerlere geçiyorum.

Öncelikle şunu belirtmek isterim, Rio demek Macarana Stadı yani futbol, samba, plajlar ve sokakları süsleyen muraller demek.

Sugar Loaf: Bazıları Kesme Şeker Dağı diyor, ama bana göre doğru çeviri Şeker Somunu Dağı. Burası teleferikle çıkılan ve Rio’nun o farklı coğrafyasını tepeden tüm haşmeti ile görebileceğiniz bir park. Teleferikle çıkılıyor, hatta iki teleferikle, birinci durağa geldiğinizde manzara ne güzelmiş diyeceksiniz, ama ikinci teleferikle en tepeye çıktığınızda nefesiniz kesilecek. Her iki durakta da cafe ve birtakım tasarım dükkanlar var, ortam çok keyifli, Rio ayaklar altında. Burada kritik konu şu, havanın açık olması lazım, sis çökerse hiçbir şey anlamıyorsunuz.

Cristo Redentor: (Kurtarıcı İsa Heykeli) Brezilya diye sosyal medyada tarattığınızda ilk çıkan milli sembol. Rio’nun en yüksek tepesi olan Corcovado tepesine inşa edilmiş, her yerden görünen, ellerini açmış şehri koruyan haşmetli Hz İsa heykeli. Corcovado tepesi 700 metre, İsa Heykeli 30 metre. Trenle çıkılıyor, yukarıya yolculuk da ayrı güzel. Hele de sis olmazsa, Sugar Loaf ve plajların manzarası harika bir görsel şölen sunuyor. Unutmayın, dünyanın yedi harikasından birini göreceksiniz. Çok özel bir yer ama ben asıl heykelle birlikte resim çekmeye çalışan insanların yaratıcı pozlarını izleyip eğlendim.

Plajlar: Evet, plajlar Rio’nun incileri. Copacabana, İpanema, Barra en ünlüleri. Bana sorarsanız Rio’nun en güzel kısmı kesinlikle Ipanema. Hem nezih, güvenli bir bölge hem de birçok popüler restoran, bar mağaza bu bölgede. İpanema’nın hemen devamı Leblon ise en lüks ve şık yer, bu bölgede sokaklarda dolaşabilirsiniz. Copacabana da çok hareketli ama bence çok da bir numara yok, güvenlik açısından da tavsiye edilmiyor. Bu arada, denize girmek değil de sörf yapmak için ideal plajlar, dalgalar insan boyu. Sabah erken kalkıp sahilde kumlardan yürüme aktivitesini mutlaka yapmanızı öneririm.

Lapa Bölgesi ve çevresi: Burası Beyoğlu mantığı, yani şehrin tarihi eski kısmı. Görülmesi gereken özel yerler ya burada ya da bu bölgeye yakın. Ana caddelerden ayrılmayın, taksi kullanın, yanınızda fazla para taşımayın. Selaron merdivenleri burada, bence Rio’nun en güzel semti Santa Teresa’ya da buradan gidiliyor.

Escadaria Selaron: Şimdi tabii Rio’ya varınca tutturdum ben Selaron’a gideceğim diye. Rio’nun tarihi merkezi Lapa’nın Santa Teresa girişinde, 215 basamaktan oluşan bu merdivenler, Jorge Selaron isimli Şili’li bir seramik sanatçısı tarafından, dünyanın 60 farklı ülkesinden topladığı 2000’den fazla seramikle kaplanmış ve acaip bir göz ziyafeti sunuyor. Hikayesi ise şu şekilde; Selaron, 50 kadar ülke gezip 80 lerin sonunda Rio’ya yerleşmeye karar veriyor. Evinin önündeki merdivenlerin kenarlarına Brezilya bayrağı renginde seramik döşemeye başlıyor, komşuları beğeniyor, iş böylece gelişiyor, Selaron 1990dan 2013’e kadar biraz da obsessif bir şekilde bütüm merdivenleri seramikle döşüyor. Tabii merdivenler, turistlerin gözdesi oluyor, Selaron, turistlerden kendisine ülkelerinden seramik göndermesini istiyor. Bizim Fatih Sultan Mehmet ve Hacivat-Karagöz oraya nasıl gitti bilgi yok. Selaron bir de hamile kadın figürü çizmiş her yere, bunun sebebi de bilinmiyor, muhtelif efsaneler var. Selaron’un yaşadığı ve merdivenlerin bulunduğu yer pek öyle güvenli bir bölge değil o zamanlar, şimdi hepten ürkütücü, yaptığı işten hoşnut olmayanlar var. 2013’te merdivenlerin başında ölüsü bulunuyor ressamın, hem de yanmış şekilde. Kayıtlara intihar olarak geçiyor, ama sevenleri öldürüldüğü iddiasında. Hayatının 13 yılını merdivenlere sanat yapmakla geçirmiş bir adam, niye o kadar ülke arasından Rio’ya yerleşir, arkasında kimi bırakmıştır, niye merdivenlere yıllarca takılı kalır, sürekli seramiklerini değiştirir, sonra da orada yanarak ölür, teori çok.

Santa Teresa: Rio’nun en renkli, en bohem, en hipster mahallesi. 16. yüzyılda Portekizliler buraya ilk geldiklerinde ilk şehri doğal olarak liman bölgesine kuruyorlar, ancak bir süre sonra salgın hastalıklar baş gösterince halkın bir bölümü kaçıp bu tepeye yerleşiyor ve Santa Teresa bu şeklide yıllar içinde gelişiyor, ressamların, sokak sanatçılarının, iyi kahvecilerin, tasarım dükkanlarının adresi oluyor. Lizbon Alfama’nın çok benzeri, hani Lizbon’da sarı tramvaya binersiniz de yokuşu çıkınca dünya değişir ya, burada da aynı tramvay var, ama buranın ruhu biraz daha serseri. Santa Teresa tramvayına binmeden önce şehrin farklı katedralini de gezin. Futbol stadı büyüklüğünde, dışarıdan hiçbir şeye benzemiyor, içi muhteşem.

Samba Gösterisi: Samba Brezilya kökenli, latin dansları denilince tango ile birlikte ilk akla gelen dans türlerinden biri. Lapa’nın merkezindeki ünlü gece kulübü Rio Scenarium’da, her gece canlı samba şovları düzenleniyor. Mekanın kendisi de çok orijinal, gitmeden rezervasyon yaptırın, oldukça popüler bir yer.

Maracana Stadyumu: Futbol mabedi, dünyanın en büyüğü, tarihe geçmiş Brezilya-Uruguay maçında 200 bin kişiyi ağırlamış ünlü stad, gezilmesi gereken bir yer daha.

Mural Ethnias: Eduardo Kobra tarafından Rio Olimpiyatları için tasarlanan ve dünyanın en büyük murali olarak Guiness Rekorlar Kitabı’na kaydedilen “Ethnicities” dünyaya iyi niyetle hepimiz biriz mesajı veriyor. Duvar resmi o sıcakta 3.000 metrekarelik bir alanda Kobra ve 10 kişilik ekibi tarafından 4 ayda tamamlanmış. Olimpiyatların beş halkasını temsilen Yeni Gine’deki Huli halkı, Etiyopya’nın Mursi’si, Tayland’ın Kayin’i, Avrupa’nın Supi ve Amerika’nın Tapajós halkları seçilmiş. Bu arada, olimpiyatlar sırasında sosyal medyada o kadar çok etiketlenmiş ki, Guiness, resmi başvuru olmaksızın kendisi rekor olarak kaydetmiş. Bence Kobra’yı sokak sanatında bu derece farklı kılan çizdiği portrelerin gözlerinden geçen duyguların gerçeklik hissi, büyülü bir şey bu. Şehrin yeni gelişen modern tarafında, en en görülesi güzellik.

Rio Yeme İçme: Biz Rio’da iki gece kaldık, gündüzleri basit yedik, akşamları ziyafet çektik. İki mekan denedik, ikisi de aşırı iyiydi. Biri Aprazivel, Santa Teresa yamaçlarında, manzarası harika bir ağaç ev. Mutlaka rezervasyon yaptırın, yemekleri ayrı güzel. Diğeri Julieta, şehrin modern tarafında Ipanema’ya yakın. İki restoranda biraz fiyatlı, şarap dahil iki kişi 100 USD ödersiniz, ama çok iyi yemekler yiyeceğinize garanti veriyorum.

Rio gezimizin devamında biz 9. gün Sao Paolo’ya uçup oradan da Türkiye’ye aktarma yaptık. Şimdi son olarak Rio resimleri gelsin.

19 Kasım 2019