Türkiye

Ege’nin Az Bilinen Köyleri/1 (Mümkünse Öyle Kalsınlar)

Bu yazının içeriği, kendi memleketim Kuşadası’na annemlerin yazlığına gittiğimde, bu sene bir değişiklik yapalım kimsenin pek bilmediği yerleri gezelim konuşması ile ortaya çıktı. Annem ve babam gezme ruhu konusunda benden çok da farklı olmadıklarından, hemen planlar yapıldı, öneriler birbirini kovaladı, ortaya her gün keşfedilen başka bir köy, bir sonraki gün onun motivasyonu ile yeni bir yer daha bulma darken bir baktık bir haftada 11 köy/kasaba gezmişiz.

Bu yazı, daldan dala, oradan oraya atlayacak. Köyleri birbirine yakınlığına göre ayırmaya çalıştım, yazıyı şimdilik ikiye böldüm. Seneye de eklemeler devam edecek, çünkü Ege gez gör bitmez. Siz buna bir başlangıç olarak bakın, aradan istediğinizi seçin.

Bir ön bilgi daha. Benim konaklama yerim, yani yola başlangıç noktam hep Kuşadası/Davutlar, uzunlukları hem buradan, hem de gittiğim yere en yakın şehirden vermeye çalışacağım.

Evet başlıyoruz…

1- Söke-Doğanbey Köyü

Doğanbey, tartışmasız Ege’de en görülmesi gereken ve az bilinen cennet. Kuşadası’nın devamı Güzelçamlı ve ucundaki burun olan Dilek Yarımadası Milli Parkının tam arkası aslında, Güzelçamlı ile sırt sırta, ama milli park olduğu için araç yolu yok. Doğanbey’e ulaşmanın en kolay yolu Söke’ye gitmek, Söke-Didim-Milas yolunu izleyip Priene sapağından sağa girip Güllübahçe köyü üzerinden dümdüz devam ederek Doğanbey tabelalarını izlemek. Söke’den 29 km, Davutlar’dan 44 km. Büyük Menderes Deltası’nın üzerinde hem de Milet ve Priene gibi eski uygarlıkların hemen yakınında kurulmuş bir yerleşim yeri. Dilek Milli Parkı içindeki tek yerleşim olduğundan sit alanı, iyi ki de öyle.

Yol zaten çok keyifli, Söke ovası her mevsim farkı renge bürünüyor, yol üzerinde Güllübahçe köyüne uğrayabilirsiniz, tepede eski Rum Mahallesi’nde harika evler var, buraya Gebeleç deniyor halk arasında. Bir de ihtişamlı ama yıkık dökük Aziz Nikolas Kilisesi var ki tavan motiflerine bayılacaksınız, lakin o kadar bakımsız kalmış ki, belediye buraya niye el atmamış anlamak mümkün değil. Eğer soluklanmak ve ruhu olan bir mekan keşfetmek isterseniz çok tatlı, biraz çılgın sahipleri olan Gebeleç Butik Cafe’ye uğrayın, manzarayı yudumlayın ve kafenin ortamının tadını çıkarın.

Doğanbey’e vardığınızda Eskidoğanbey köyü tabelalarını takip edin. Bir de aşağıda, denize giderken yenisi var. Bu da garip bir hikaye, 1923 sonrası şu an Eski Doğanbey olan köyde yaşayan Rumlar ki o zaman köyün adı Domatia imiş, mübadele kapsamında gönderilince karşı kıyıdan gelen Türkler buraya yerleştirilmiş ama sonrasında daha rahat tarım yapmak ve düzlükte oturmak için tepeden işte Yeni Doğanbey denilen köye yerleşmişler. Bizim ana konumuz ve güzel olan Eski Doğanbey, yıllarca virane ve kimsesiz kalmış, sonra 90larda keşfedilmiş, şu an sakinleri yabancılar, kalburüstü Türkler, oldukça rafine insanlar, sanatçılar ve siyasetçilerden oluşan bir topluluk. Ve inanın insanların köylerini keşfetmesinden pek de memnun değiller.

Eskidoğanbey’e ulaşınca aracınızı sol tarafta park etmeniz gerekiyor, köyün içine araç girmiyor, zaten asıl köyün güzel kısmı derenin karşısında, yolu dereye paralel yürüyüp derenin üzerindeki tahtaların üzerinden karşıya geçeceksiniz. İşte bundan sonrası Toskana Vadisi. Gerçekten, kendi memleketimde bu kadar güzel bir yer olduğunu bilmeden yıllarca oralardan geçip uğramadığıma çok yandım.

Karşı taraf, nehre paralel bir sokak ve kolları, belki 50 tane ev var. Evler zevkle, aslının üzerine koyarak restore edilmiş ve asırlık ağaçların gölgeleri altında çok eski ama muntazam arnavut kaldırımlı sokakta yürümenin keyfi paha biçilmez. Sessizlik, huzur, tertemiz hava, başka bir yer burası. Köyün yerli halkı, ortamın dinginliğine öyle bir ayak uydurmuş ki, köyü terk edilmiş sanabilirsiniz. Öte yandan, Rum ve Türk izlerini birlikte bulacağınız bir açık hava müzesi burası. Köyün en sonuna doğru yürüyün, köy kahvesinde mutlaka oturun, insanlarla muhabbet edin, kitabınızı okuyun, Atölye Domatia’ya uğrayın (beyaz badanalı önünde nar ağaçı olan) sahipleriyle laflayın, Eski Doğanbey Houses isimli butik otelde çay için, eski okulu, kiliseyi, kemerleri, evleri ve meydanı içinize sindirin.

Sonra günbatımına doğru arabanıza binin, tepeyi inin, Yenidoğanbey istikametine dönün, 8 km sonra denizin üstünde Karina koyundasınız. Burada güneşi batırın, ve Karina Gümrük lokantasında denize nazır meze balık rakı yapıp Samos’u izleyin. Tam bir ada ortamı, begonviller, salai masalar, önünüzde kayıklar, güzel balık, iyi meze, iyi fiyat. Buralara gelen biri, mutlaka Karina Koyu’nda bir akşam yemeği yemeli.

2- Bozdoğan Arapapıştı Kanyonu

Bozdoğan, aynı Söke gibi, Aydın’ın ilçesi, ancak Denizli yolundan Muğla yolu yönünde kalıyor. Nasıl mı? Aydın merkeze gelip, buradan Nazilli’ye devam edip Nazilli’den Bozdoğan’a döneceksiniz. Bozdoğan’ın sol tarafından yol sizi Kemer Barajı ve Arapapıştı Kanyonu’na götürecek. Aydın’a 95 km, Nazilli’ye 55 km, eğer Muğla üzerinden geliyorsanız, Yatağan’a 58 km. uzaklıkta.

Kanyon aslında Kemer Barajı’nı besleyen Akçay’ın yıllar boyunca aşındırmasıyla oluşmuş. Kanyon 380 metre yüksekliğe ve 6 km uzunluğa sahip, ilginç olan Denizli, Muğla ve Aydın’ın haritada birleştiği noktaya tekabül etmesi. Resmi olarak Aydın ili sınırları içinde ama üç ilin kesişim noktasında. Yer yer 12 metreye varan kanallar, hem doğal oluşumları içinde barındırıyor ama asıl önemlisi antik dönemden kalma şehir kalıntılarına da ev sahipliği yapıyor. Kanyonun yamacında 2500 yıllık Perslerden kaldığı düşünülen bir kaya mezarı var. Barajın su seviyesine göre zaman zaman su altında kalıyor, suların çekildiği zaman görünebiliyor. Baraja adını veren Kemer Köprüsü, Büyük İskender tarafından ordularıyla Afrodisyas’a gitmek için yaptırılmış ve şu an sular altında.

Kanyonun ismi de ayrı ilginç, aslında bizim oralarda şaşırmak anlamında sıkça kullanılan apışmaktan geliyor. Zamanında Persler burayı istila edince tepeden gördükleri güzellik karşısında apışıp kalmışlar rivayete göre. Kanyon, turistik açıdan bilinmezken Aydın Belediyesi tarafından ziyarete açılıyor ve 2017 sonrası oldukça popüler bir rota oluyor.

Arapapıştı Kanyonu İskelesi tabelalarını takip edip kanyon turunu yapacağınız teknelerin bulunduğu iskeleye ulaşmanız gerekiyor. Önceden, burada görevlileri arayıp tekne için rezervasyon yaptırın ve su seviyesinin tekne gezisi için uygun olup olmadığını sorun (irtibat telefonu: 542 305 95 85). Tekne, günde üç kere sefer yapıyor, kanyon turu yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Kaptanlar, aynı zamanda belediye çalışanı ve sizlere rehberlik hizmeti de veriyor. Bir tüyo, gezmek için en uygun ay Mayıs imiş.

Kanyonu tekne ile gezerken, MÖ’den kalma antik yapıları, karabatakları ve şanslı iseniz akbalıkçılları görebilirsiniz. Mesela biz, su seviyesi yüzünden kral mezarına gidemedik. Ama en güzeli suyun rengi, tartışmasız.

Tekne ile kanyonu gezdikten sonra iskeleye tekrar dönüyorsunuz. Buradan sonra hedef araba ile 40 dakikada ulaşabileceğiniz kanyonun en güzel ve yüksek noktasındaki tepe, zira manzarası çok güzel. Buraya “Seyir Tepesi” deniyor, ulaşmak için nasıl gideceğinizi kaptana sorun, o kadar iyi tarif ediyorlar ki, eğer uygun aracınız varsa rahatlıkla yolu bulup çıkabiliyorsunuz. Tepede belediyenin yeni yeni geliştirmeye çalıştığı bir kafeterya da mevcut, ama imkanlar çok kısıtlı. Ve bu muhteşem manzara var, yolun zorluğuna kesinlikle değiyor. Norveç fiyortları Aydın’da diyebiliriz yani.

Tekne ile kanyonu gezdiniz, suyun rengi ve doğayı mis gibi esen rüzgarda doya doya seyrettiniz, üzerine seyir tepesini buldunuz, resimlerinizi çektiniz, artık dönüşe geçebilirsiniz. Bu geziye en az 4 saat ayırmak gerekiyor, ve iyi resim almak için mümkünse öğlene doğru tepeye çıkın. Bir de mideyi mutlu etmek gerekiyor değil mi, ruhu besledik zaten. Bunun için dönüşte Bozdoğan’ın içine girin, Mikadopide’yi bulun. Kıymalı ve peynirli ile açılışı yapıp tahinli pide ve çayla ziyafeti kapatın. Böyle güzel pide yok desem?

3- Ödemiş Birgi Köyü

Birgi, bence Ege’nin tartışmasız en özel köylerinden, Ödemiş’e bağlı bir başka film seti gibi özenle düzenlenmiş bir köy. 700 yıllık tarihi olan köy, kanımca Anadolu’nun en bakımlı ve temiz köylerinden biri.

Birgi’ye biz, Tire-Ödemiş yolundan ulaştık. İzmir’den araçla Aydın otoyolunu takip ederken Torbalı’yı geçip Selçuk ayırımından Tire’ye sapın. Tire’den Ödemiş istikametine devam edin, Ödemiş’in içine gelince de Birgi tabelalarını izleyin. Birgi, İzmir’e 130, Aydın’a 110, Tire’ye 40 kilometre ve yollar gayet düzgün. İstanbul’dan geliyorsanız Akhisar’dan bağlanın, daha kestirme.

Köyün tarihi inanılmaz. Friglerden başlayıp, Persler, Bizanslılar, Romalılar ve Aydınoğulları gelip geçmiş buradan, her medeniyet kendi izini bırakmış, Aydınoğulları döneminde beyliğin başkenti de olduğundan altın çağını yaşamış. Ege’de denizcilik anlamında hakimiyet kuran beylik, kendi zenginliğini buraya yansıtmış ve hem kültürel, hem de tarihi açıdan bugüne kadar korunarak gelmiş eserler bırakmış. Dönemin kültürel zenginliği, Birgi’yi önemli bir dini merkez haline getirmiş, medreselerde bilim adamları yetişmiş. Bugün Aydınoğulları zamanında yaşamış büyük devlet adamlarının ve bilim insanlarının türbeleri Birgi’de ziyarete açık durumda.

Birgi’nin tamamı sit alanı, çok iyi korunması bu yüzden. 2012 yılında UNESCO’nın geçici kültür mirası listesine dahil edilmiş, hala da asıl listeye geçebilmeyi bekliyor. Birgi’ye geldiğinizde, Ödemiş Belediyesi’nin hazırladığı haritalı gezilecek yerler broşürünü edinip gezin.

Birgi’de gezinize Aydınoğlu meydanındaki köy kahvesinden başlayın. Hemen çaprazında eski Birgi evlerinin yer aldığı sokakları gezin. Sonra Ulu Camii’ye gidin, caminin diğer adı da Aslanlı Camii ve minyatür, çini ve ağaç sanatının en güzel örneklerini barındırıyor. Konakları gezin, özellikle Çakırova Konağı’nı (biz gittiğimizde kapalı idi). İmam Birgivi Medresesi, Hatunoğlu Türbesi, Dervişağa Camii ve bahçesinde şu an ipek ürünler satılan Demirli Mağazası diğer görülmesi gereken yerler. Son olarak yukarıda eski Osmanlı büyüklerinin türbelerinin yer aldığı kısımda girişte kurulu Yöresel Köy Pazarı’nı ziyaret edin, karadut şurubu alın, kışın hasta olmamak için içersiniz.

Birgi’yi gezmek için en az 5 saate ihtiyacınız var. Biz meydandaki köy kahvesini, kumda yapılan kahveyi ve yöresel ürün satan dükkanları çok sevdik, halkı çok misafirperver ve sohbetleri çok tatlı. Eski köy evlerinin arasında yürürken köşeden murallerin arasından bir teyze çıkıp sepetinden incir ikram ediyor, onunla sohbete dalıyorsunuz, sonra bir başkası. Böyle olunca biz dönüşte de Tire’yi gezecektik ancak vaktimiz azaldığı için çok hakkını veremedik. Tire’nin merkezi başka yaza kaldı.

Birgi, mutlaka gezilmesi gereken bir tertemiz, bakımlı ve çok iyi korunmuş bir Anadolu köyü, bence İzmir’den 2 günlük bir gezi kapsamında Tire-Birgi-Şirince harika bir bahar rotası olur.

4- Tire Kaplan Köyü

Birgi’den dönüşte Tire’ye geçiyoruz. Amacımız en tepeye, Kaplan köyüne çıkıp Kaplan Dağ lokantasında yöresel yemekleri tatmak. Bildiğiniz gibi, Tire yemek konusunda bence yörenin şampiyonu. İlaveten bu rotayı Salı gününe getirirseniz, Tire’nin meşhur pazarı kuruluyor, söylenen o ki Ege’nin en büyük pazarı ve tüm Tire sokaklarına yayılan, aranılan her şeyin bulunduğu çok eski ve ünlü bir Pazar.

Kaplan Dağ Lokantası, şirin Kaplan köyünün ünü Türkiye’ye yayılmış lokantası. İyi ki gitmişiz. Yeme-içme işinden anlayan tanıdıklarımın yıllardır dilinden düşmeyen restoran mutlaka görülmesi gerekli yerlerden. Daha kapısından içeri girer girmez muhteşem bir Tire Ovası manzarası sizi karşılıyor. Tahta masalar, sandalyeler her şey tertemiz ve tüm doğal güzelliklerle uyumlu.

Önce soğuk tepsisi geliyor. Kuzukulağı, ısırgan otu kavurma, kabak çiçeği dolması, süzme yoğurtlu semizotu, üstüne şevketi bostan ve keşkek, en son da çok sevdiğim Tire köftesi. Ama favorim kapanışta gelen karadutlu lor. Şu ana kadar yediklerimin en güzeli. Restoranın dekorasyonu, bahçesi, ortamı, çalan klasik Türk müziği, tüm unsurlar birbirini tamamlıyor.

Yemekten sonra dolu mide ile dağdan aşağı vuruyoruz kendimizi. Tire’nin içiniz gezmeye vakit kalmadı, seneye buraya bir Salı günü geleceğiz.

5- Kemalpaşa Nazarköy

İzmir Kemalpaşa’nın şirin köyü Nazarköy, nazara inananların uğrak yeri Ama sadece nazarboncuğu üretimine katkı sağlamak için değil, güzel doğasını, bakımlı evlerini ve tatlı sakinlerini görmek için de bence her İzmir Kemalpaşa civarından geçenin uğraması gereken bir yer.

Nazarköy, Kemalpaşa’ya 6, Bornova’ya 25 km. Çok yakın ve ulaşımı oldukça kolay minicik bir köy, ama o kadar güzel ki rengarenk boncuklarla süslenmiş ağaçları, evleri, tadı damağınızda kalacak.

Nazarköy’de 60 yıldır boncuk üretiliyor, öyle ki köyün en önemli geliri boncuk ve kiraz. İkisine de bayılırız değil mi?

Nazarköy’e varınca, köyün girişindeki otoparka aracınızı park ettiğiniz anda, otoparktaki amcadan boncuk çarşısındaki hanımlara, boncuk atölyelerinde aşırı sıcak fırınlarda çalışan emekçi beylerden otlu gözleme yapan teyzelere kadar herkes gülüyor, herkes pozitif. Dolayısıyla bu ortam sizi de etkiliyor, hafiflemiş bir şekilde aslında birbirini meydanda kesen iki caddeden ibaret köyün her yerini bir çırpıda geziyorsunuz. Köyde birkaç boncuk atölyesi var, erkekler önlerindeki 1200 derecelik sıcak fırınlarda boncukları eritip şekillendiriyorlar ki bu aşamaların tümünü siz de izleyebiliyorsunuz, kadınlar da boncukları süslüyor, dekoratif hale getiriyorlar ve boncuk çarşısında satıyorlar. Biz gittiğimiz gün hava çok sıcaktı, fırınların önünde ter içinde çalışan emekçilerin durumunu düşündüm, yani biz buralara birkaç saatliğine gelip birkaç bir şey alıyoruz, bu adamlar günde 10 saat fırınların önünde el işçiliği yapıyorlar, gene de gülümsüyorlar.

Nazarköy, rahatlıkla 3 saat ayırabileceğiniz bir köy. Mevsimine göre kiraz/incir (hem de bardacık) almayı unutmayın. Boncuk çeşitliliğine hiç girmiyorum bile. Köyün hemen yakınında Ümran Baradan Müzesi var, biz giremedik, kapalıydı. Burayı da gezmeyi atlamayın

İlk başta dediğim gibi, ortaya karışık bir yazı oldu. Seneye eklemeler olacak. Bir sonraki yazımda ise ise bu sefer Seferihisar-Urla arasındaki güzel köyleri anlatıyor olacağım.

Şimdilik bu kadar, keyifli okumalar

Beni instagram ve facebook’tan takip edin, yazılarımın özetleri ve vurguladığım kısımlarından hızlıca haberdar olun. @ayseningezileri

6 Eylül 2019