Bize çok yakın… Uçakla 2 saatte ulaşılmanın çok ötesinde bir yakınlık bu. Saraybosna’da uçaktan indiğinizde, Anadolu’nun güzel bir şehrinin, hatta sanki Bursa’nın 1980’li yıllarına gitmiş gibi oluyorsunuz. O kadar bizden bir ülke ki Bosna-Hersek, şahsen Avrupa’da en etkilendiğim ülke oldu. Ayak bastığınız anda zamanda yolculuk yapmış gibi oluyorsunuz bir kere.
İnsanlarında bizim eski toprakların yüzü, ama gözlerde zamanın silemediği acıların hüznü, bombalama izlerinin hala durduğu yıkık dökük evlerde pencerelerden sarkan sardunyalar, dantel perdeler, tertemiz insanların ülkesi burası. Bereketli toprakları buram buram yaşanılan kayıpların acıları kokuyor, belki bu yüzden hepsinin evlerinin balkonları çiçekli, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe misali.
Galiba bu yazı biraz duygusal olacak…
Bosna’da eski bir Anadolu kasabasında gibi hissedersiniz, sizi çocukluğunuza götürür, öyle kaygısız, öyle mutlu eder, kaybettiklerinizi hatırlatır, ama bir yandan da geleceğe ilişkin umut depolarsınız.
90lar savaşını daha iyi anlamanıza, koskoca Yugoslavya’nın kanlı bölüşümünü, Bosna’da yaşanan insanlık suçlarını birebir hissetmenize yardımcı olur, yaraların nasıl sarıldığını öğretir farkettirmeden.
İnsanı, suyu, doğası, yemekleri o kadar bizden, ama o kadar da bozulmamış başka bir yer yoktur, sırf bu yüzden acilen gidilip görülmelidir ki belki orası da yakında bozulacaktır.
Biz Bosna’da 4 gün kaldık. THY’nın Perşembe sabahı erken uçağıyla gidip Pazar dönebilirsiniz, ulaşım son derece kolay, biletler görece ucuz. Biz arkasına bir de arabayla geçtiğimiz Karadağ’ı ekledik, onu da diğer yazımda anlattım. Saraybosna’da iner inmez arabamızı kiraladık ki bu da çok kolay ve ucuz bir seçenek. Amacımız Bosna’nın köylerini de gezmek ve Karadağ’a geçmek olduğundan araba kiralamak şart. Yok, sadece Saraybosna’da takılalım diyorsanız arabaya hiç gerek yok, şehir küçük, otobüs ve tramvay alternatifi de mevcut.
Gelelim rotamıza: İstanbul-Saraybosna uçuş, 3 gece Saraybosna’da konaklama, günübirlik Mostar, Poçiteli ve Blagay gezileri, Karadağ’a araçla geçme.
Saraybosna:
Saraybosna yürüyerek kolayca gezilebilecek bir şehir, 2 günde şehirde sanki yıllardır yaşamış gibi oluyorsunuz. Biz Ağustos’ta gittik, size de tavsiyem Mayıs-Ekim arası gitmeniz çünkü kışları sert bir iklimi var. Zaten, Balkan kelimesinin anlamı sık ormanlarla kağlı sıradağlar, dağlık bölge olunca özellikle akşamları Ankara’da gibi oluyorsunuz. Bizim orada bulunduğumuz iki gün yağmur yağdı. Şehri ortadan bölen Miljacka nehrinin kenarında yağmurda yürümek ayrı keyif veriyor. Bizim Ağustos’ta gitmemizin bir sebebi de Saraybosna Film Festivali zamanı orada bulunmak istememiz oldu. Şehrin havası bambaşka oluyor bu zamanda, mutlaka tavsiye ederim.
Biz Saraybosna’da Hotel Europe’da kaldık, çok merkezi ve konforluydu, aşağıda kaldığımız otelin ve çok beğendiğim Hotel Michele’in linklerini paylaşıyorum. Saraybosna’da, nerede kalırsanız kalın ama kalacağınız yerin Baş Çarşı’ya yakın olmasına dikkat edin. Milano için Duomo neyse Saraybosna için de Baş Çarşı o. Bu otellerde 2 kişilik oda 500-600 TL aralığında, airbnb’den yarı yarıya fiyatlara bulabileceğiniz odalar da mevcut.
http://hotelmichele.ba
http://hoteleurope.ba
Bosna’nın para birimi Bosna Markı (BAM) ve 1 KM yaklaşık 3 TL.
Saraybosna’da Gezilecek Yerler:
Umut Tüneli: Saraybosna’da uçaktan inip şehre yol almadan ziyaret edilmesi gereken ilk yer. İki sebeple, çünkü havaalanına çok yakın, bir daha bu tarafa gelmenize geri kalmıyor, bir de iner inmez gerçekler çarpıyor, o dönemin havasını solumuş olarak başlıyorsunuz gezinize.
Tünel (Tunel Spaza), Ilıca bölgesinde. Bulunması biraz zor, neyse iki kere kaybolup bulduk, haritalar da fayda etmedi. Aslında küçük bir ev dışarıdan, savaş sırasında burada oturan Kolar ailesi orduya hibe etmiş, bomba izleri hala duruyor, sonradan müze haline getirilmiş. Bosna halkı, asker ile siviliyle bu evin altından havaalanına tünel kazmış savaş sırasında. 960 metre olan tünelin sadece 20 metresini görebiliyorsunuz, ama tünelin ne şartlar altında kazıldığı, nasıl yiyecek, ilaç ve silah taşındığı ve savaş sırasında “çaresiz halkın umut yolu” olduğunu anlatan tüyler ürpertici bir belgesel izliyorsunuz. Ben ağlarken yanımızda Avrupalı turistler vardı, neyse insanın oldukça sinirleri bozuluyor, kendinize mukayyet olun.
Bu sarsıcı girişten sonra arabamıza binip şehir merkezine yollandık.
Baş Çarşı: Burası romanın ana karakteri, bütün olaylar Baş Çarşı etrafında dönüyor. Araç trafiğine kapalı çarşının tüm ara sokaklarını gezin, özellikle bakırcılar çarşısını. Saraybosna’nın en zevkli yanı burada sanki Bursa’daymışçasına çarşıda dolaşmak, hanlardaki küçük dükkanları gezmek, yorulunca oturup kahve içmek, ya da köfte börek yemek. Dört gün bir köfte bir börek yedik, gene doyamadık.J
Bosna’nın bir güzelliği de kahvelerde Türk çayı da var, bizim gibi demliyorlar hem de. Bana gün doğdu yani.
otoban dolusu gürültüyü sıkıştırıp beynime; anne dedim, hadi çay koy da içelim…(Ali Lidar)
İşin ilginç yanı Boşnaklar kahvelerine Boşnak kahvesi, çaya Türk çayı diyorlarJ Sebebi kahvenin sunumu olsa gerek. Şekersiz pişip üzerine en son sıcak su eklenen kahve cezvede, yanında boş fincan, kesme şeker ve lokumla sunuluyor ve şeker kıtlama yapılarak içiliyor.
Baş Çarşı’da gezerken genç ve yaşlı nüfusun yoğunluğu, buna karşılık 35-50 yaş grubunun azlığı dikkatinizi çekecek ve göğsünüze bir acı oturacak.
Baş Çarşının girişinde, şehrin simgesi ve buluşma noktası olan sebil var. 1753 yılında yaptırılmış bu sebilin suyunu içmeden, buraya asıl ruhunu veren arnavut kaldırımlı sokaklarında kaybolmadan dönmeyin. Burası tamamen bir Osmanlı kesiti. Zaten şaşıracaksınız, çarşıda hemen herkes Türkçe anlıyor, bazıları konuşuyor hatta. Bölge, birebir Osmanlı çarşı anlayışıyla kurulmuş, çevresindeki han, hamam, camii ve daha birçok nokta sayesinde insanlar hala buraya gelerek ticaretini yürütüyor.
Baş Çarşı’da Gazi Hüsrev Bey Vakfı tarafından 17. yüzyılda yaptırılan Saat Kulesi; dünyada ay takvimine göre çalışan tek saat olması nedeniyle ayrı bir öneme sahip.
Mimar Sinan’ın eseri Gazi Hüsrev Bey Cami ve Medresesi; (Bey Camii) savaşta Sırpların ana hedeflerinden olmuş, zarar görmüş, 1996 yılında restore edilmiş. Medrese, günümüzde 4 yıllık lise olarak hizmet veriyor.
Benim çarşıda en sevdiğim yer Morica Han oldu. Aynı Kozahan’a benziyor, içinde kahveler, dönüp dolaşıp oturduk, yerel halkla sohbet ettik, konuştuğumuz 3 kişiden biri asker ya da polis çıktı.
Bursa İpeği satışı için yapılmış kapalı pazar Brusa Bezistan’ı görülmesi gereken diğer yerler. Halihazırda müze olarak hizmet veriyor.
Latin Köprüsü: Baş Çarşı’yı arkada bırakıp dükkanların sağlı sollu sıralandığı Ferhadiye caddesinden nehre doğru yürüdüğünüzde göreceğiniz köprü. Tarih kitaplarında bize de anlatıldığı üzere, Saraybosnalı Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip, 28 Haziran 1914’te Saraybosna’yı ziyaret gelen Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliaht Arşidükü Franz Ferdinand ve hamile eşi Sofia’yı öldürmüş ve Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına neden olan kıvılcımı ateşlemişti. Suikastın ardından Genç Bosna örgütüne bağlı saldırganların tümü yakalanarak mahkemeye çıkarılmış ve Avusturya Macaristan, saldırıdan bir ay sonra Sırbistan‘a savaş ilan etmiş, bunu Rusya‘nın Avusturya Macaristan’a, Almanya’nın da Rusya ve Fransa’ya harp ilan etmesi takip etmişti. İlginç olan Latin Köprüsünün adının 1994 savaşına kadar “Gavriro Princip Köprüsü” olarak değişmesi! Bu arkadaş bir dönem bazı kesimlerce vatansever milliyetçi olarak anılmış sanki. Köprü, neyse ki 1990ların sonunda tekrar eski adını almış.
Bunlara ilaveten Ferhadiye Camii, Hünkar Camii, Saraybosna Katedrali, savaşta 2 milyon adet kitabın yakıldığı ve küllerinden doğmaya çalışan Ulusal Kütüphane (Vijecnica) bu bölgedeki yürüyüş rotanızda karşınıza çıkacak güzelliklerden bazıları.
Saraybosna’nın kendisi bizzat bir açık hava müzesi, ama yüreğinizi yakacak iki müze önerim var özellikle, yakın tarihle ilgili olmasanız da bence Türk olarak görevimiz bunları görmek, öğrenmek.
İlki Srebrenica Gallery 11/7/1995. Hatırlayacaksınız, Birleşmiş Milletler’in güvenli bölge ilan ettiği Srebrenitsa’yı 11 Temmuz 1995’te işgal eden savaş dönemindeki Bosnalı Sırpların askeri lideri Ratko Mladiç komutasındaki birlikler, BM bünyesinde görev yapan Hollandalı birliklere sığınan 14 yaş üstü 8.752 Boşnak erkeği, götürdükleri ormanlık alanlarda katlederek Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşadığı en büyük soykırımı gerçekleştirmişti. Müzede o dönem yaşananlar, Hollandalı birliğin kendilerine sığınan sivil Bosnalıları nasıl elleriyle Sırplara teslim ettiği, cesetlerin nasıl tanınmamaları için parçalandığı, görseller ve filmlerle anlatılıyor. Burada ben 2 saat kaldım, zaten çöktüm bir kenara, gözyaşları sel. Dayanamayacak olan girmesin.
Diğer mutlaka ziyaret edilmesi gereken müze de “Savaşta Çocuk Olmak Müzesi” Bu müze, 2017’de açılmış ve çocukların gözünden ve dilinden savaşı anlatıyor.
Özetle Saraybosna’da iki günümüz, çarşının sokaklarını, sol tarafındaki modern caddelerini, müzelerini gezip yorulunca börek, köfte yiyerek ya da kahvelerde soluklanıp gelen geçeni seyrederek geçti.
Bosna’nın birası da çok meşhur. Baş Çarşı’ya yakın Katolik Kilisesi tarafındaki tarihi bira fabrikası Sarajevska Pivara, bir akşamınızı geçirmek için ideal bir mekan. Pivnica HS isimli restoranında Boşnak yemeklerini tadabilir, yanında 1864 yılından beri yapılan ödüllü biralarını yudumlayabilirsiniz. Dikkat ederseniz, ilk bira yapımı Osmanlılar gözetiminde başlamış, Avusturya-Macaristan monarşisi sırasında da Avrupa’ya ihraç edilmeye başlamış. Kuşatma yıllarında şehre temiz su sağlamış burası. Mutlaka görülmeli.
Şuraya birkaç tane de restoran önerisi bırakıp Mostar gezimize geçeyim.
http://www.kibemahala.ba/en/
http://www.restoransarajevo.com/en/
Mostar, Blagaj, Poçitel:
İlk iki gün Saraybosna’yi karış karış gezdikten sonra, 3. gün sabah erkenden kalkıp Mostar’a gitmek üzere yola koyulduk. Mostar ile başkentin arası 126 km ve yol araçla yaklaşık 2 saat sürüyor.
1500lerde Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayrettin tarafından yapılan ünlü Mostar Köprüsü (Stari Most), tüm Balkanlarda bence en görülesi yer. Altından akan nehirle bütünleşik renkleri ve iki yanındaki haşmetli kuleleriyle gerçek bir mimari şölen sunuyor. Ne acıdır ki, 1993’te önce Sırplar bombalamış, sonra Hırvatlar tamamiyle yıkmışlar güzelim köprüyü. 2004’te, UNESCO desteğiyle ve kendi taşları kullanılarak tekrar orijinaline birebir uygun inşa edilmiş.
Mostar’da, nehrin kenarındaki dar sokakta yürüyüp köprüye yaklaştığınız her noktada resim çekin, inanın her birine sonradan baktığınızda hepsi farklı resimler gibi gelecek. Sonra köprüde bir sola bir sağa yürüyün, köprüyü görebileceğiniz bir yere oturun, kahvenizi içip seyredin köprüyü. Gerçekten çok çok güzel bir şehir Mostar, yürüyerek birkaç saatte görürsünüz her yerini, sonrası fotoğraf çekmek, doğayı izlemek. Akşam aydınlatılınca da çok güzel oluyormuş, biz akşamına kalmadık.
Buraya gelince, 15 km uzaklıkta bulunan ünlü Bektaşi tekkesi Blagaj’ı da mutlaka planınıza dahil edin. Çok orijinal bir yer, dağın altında görünmeyene giden bir nehir ve tam uca yapılmış bir tekke. Osmanlılar özellikle Balkanlara yolladıkları Bektaşi dervişleri ve babaları sayesinde çok kısa sürede yüzbinlerce kişinin Müslümanlaşmasını sağlamış, bugün de pek çok Boşnak Osmanlı diyor başka bir şey demiyor.
Blagaj’a gelmişken, nehrin kenarındaki alabalık restoranlarından birinde öğle yemeğimizi yedik, alabalık çok lezzetliydi, ama ondan da önemlisi, ortamın sakinliği ve doğanın güzelliğiydi.
Bu bölgedeki son durağımız Poçitel köyü oldu. Poçitel 1383 yılında Bosna Kralı 1. Stjepan tarafından kurulmuş ama Osmanlılar alınca bölgede stratejik bir askeri konuma dönüşmüş. Tamamen taştan yapılmış bir Osmanlı köyü. Savaş döneminde Hırvatların yoğun bombardımanında kaldığı için birçok Osmanlı eseri ve taş evler zarar görmüş, köyde yaşayan halk evlerinden edilmiş. Şu an UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan Poçitel, tipik Osmanlı kasabası olarak hala ayakta. Köyde hala yaşayan az sayıda kişi de gelen turistlere çay kahve satarak para kazanıyor
Bosna’da Saraybosna, Mostar-Poçitel-Blagaj gezilerini mutlaka yapın. Eğer bizim gibi Bosna gezinizi karadan araçla Karadağ ile birleştirecekseniz, Karadağ sınırındaki Trebinje şehrine uğrayın ve Osmanlı mahallesini görün.
Notlarımı burada noktalıyor ve Karadağ’a geçiyorum.
Görüşmek üzere,
Beni instagram ve facebook’tan takip edin, yazılarımın özetleri ve vurguladığım kısımlarından hızlıca haberdar olun. @ayseningezileri
24 Nisan 2019