Teneke Hayatlar

“Hayır, benim başım bomboş,” diye yanıtladı Teneke Adam,
“ama bir zamanlar beynim de, kalbim de vardı,
ikisini de denemiş biri olarak kalbim olmasını
tercih edeceğimi rahatlıkla söyleyebilirim.”
Oz Büyücüsü, L. Frank Baum

– Gayfedekilere, hele de o mıhtar olacak adama gulak asma oğul. Kitap okuman möhimdir, zeytinleri bazara götürdüğünde istediğin kitabı al, öyle bin trene emi?

Bizim köyün diğer köylere göre şansı topraklarının çok bereketli olmasıdır. Bereketli derken Menderes’in suyu sayesinde zeytini, yemişi boldur ama asıl toprağın altı bereketlidir. Bir de Münevver.

Münevver ölünce tüm köy halkı şaşırdı. Ölmesine değil, kimin vaktinin ne zaman geleceğini Allah bilir de, oğulun cenazeye gelmemesine şaşırdılar. Kahvede Neşet Dayı gençleri topladı cenazeden önceki akşam.

  • -Amerikan memleketinde bizim İstanbol gibi bir yer varmış, yeni şehir diyolarmış, böyle yüksek yüksek apartımanlar bulutlara değermiş, bak baken biyo haritadan buraya ırak mı?
  • -Çok uzak Neşet Amca. Uçakla bir gün sürüyor.
  • -Abovv, o çelik kuşun içinde küçük abdestin gelince naparsın? .
  • -Amcacım o kadar yolu gitmiş adam, dönmek isterse aynı şekilde dönerdi.
  • -Ulan deyyus, boyu devrilesice. Unuttu desene köyü, anasını…
  • -Unutur mu Neşet amca, darbe olmuş vaziyet fena nasıl gelsin!

Bundan yıllar önce bir akşamüstü, Münevver otobüsten elinde tek parça küçük kahverengi bavulla indiğinde, köyün kaderini değiştireceğini kimse bilmiyordu, Münevver’in kendisi bile. Gencecik bir kızdı Münevver o gün, minik çilli yüzünün iki yanından sımsıkı örülmüş saçlarının aralarında arılar yuva yapmıştı. Geldiği gün camii aynı camii, meydandaki çeşmeden akan suyun sesi aynı sesti. Köy boştu, erkek nüfusu mezarlığın ötesindeki zeytinliği kazmaya gitmişlerdi.

-Hoş geldin gızım. Nazmiye, yardım et baken Münevver’e; ocağı, mıtfağı göster. Gerdek gecesi genç kız yalnız bırakılmaz, artık Mehmet’in kusuruna bakma gızım.

Münevver, başı önünde Nazmiye’yi takip ederken lüks lambasının ışığında parlayan gözler gördü, akrep gibi mavi mavi, sonra ellerindeki tığları fark etti. Kızlar, istiflerini bozmadı, sadece en büyük olan kalktı, kapıyı suratlarına gıcırdattı. Beri odadan yeni kaynanası seslendi:

-Uyma sen onlara, analarının üstüne geldin, zararsızdırlar.

Münevver’in ilk gecesi hiçbir genç kızın hayali değildi kuşkusuz ama onun hayatında en çok unutmak istediği gece, köyün milli bayramı oldu. Muhtar Rıfkı’nın yıllar önce ölmüş babasının sayıklayıp durduğu efsane gerçek oldu.

“Mehmet’in ilk karısı bir gece yatıp da sabaha kalkmayınca çizilmişti Münevver’in kaderi. Kadının vücudu mezarda soğumadan Mehmet’in büyük şehirdeki dayısı kızıyla evlenmesini önermişti Mehmet’e. Dayı doktordu, hem de iyi bir cerrah, geleceği parlaktı ancak şanssız bir adamdı. Karısı Münevver’i doğururken ölmüştü, kızını tek başına büyütmeye çalışmış, bir daha evlenmeyi aklına bile getirmemişti. Cepheye göreve çağırmışlardı dayısını, Türkiye’ye sığınan mültecilerin tıbbi yardımını yapacak bir ekip oluşturulmuştu. “Burada vaziyet fena Mehmedim, bana ne olacağı belli olmaz, kızım sana emanet, birbirinize yoldaş olun” yazmıştı mektubunda.

Mehmet sorgulamamıştı genç kuzeniyle evlenenin niye kendisi olduğunu. Kız çok güzeldi, köyde hiç yaşamamıştı ama annesi “Kardeşim gızı büyük şehirde kurda yem etmek istemedi, bize emanettir artık Münevver. Öğrenir, burada iş çok, ben varım, kızlar va bakılacak, Nazmiye hangi birimize yetsin”, demişti.

Mezarında bile küstür bana hala. Neyse, perdenin tek kanadını tak kızın odasına, çekemez o ağır hantal perdeleri, göremez enkazı. Görmesin de. Salondaki orta sehpanın üzerinde kenarını açtığım sigaralar vardı ya, hani beni almaya geldikleri gün akşam Selma kocasıyla gelecekti oturmaya, onları içme sakın efkârlanıp. Biliyorsun, kız şimdi seni izliyordur, iyice endişelenmesin. Tango şarkılarımızı da açma, ben çıkınca birlikte dinleriz. O şimdi geceleri de korkuyordur da sana açılamıyordur, en kötü yanına al, seninle uyusun. Hem ısınırsınız. Yalnız sakın saç kurutma makinesini yatağın içine sokup ısıtacağım diye uğraşıp orada unutma, fişini de çek uyumadan önce, yanarsınız Allah korusun. Eve gelince bir de sizin enkazınızı bulmayayım.

Mehmet o gece yorgun ve çamurlu bir şekilde döndüğü odasında Münevver’i yatağın ucuna kıvrılmış görünce şaşırdı. Unutmuştu evlendiğini. Belki de evlenince kuzeniyle aynı yatakta yatması gerektiğini hiç düşünmemişti. Yorgundu zaten, ama mutluydu da, aradıklarına bir adım daha yaklaşmışlardı. Su dökündü, sonra Münevver’e hiç bakmadan derin bir uykuya daldı.

Ertesi günden itibaren Münevver eve ağırlığını koydu, büyü gibi bir şeydi bu, öyle ki; yıllar sonra bile bunu nasıl yaptığını hâlâ anlayamadık. Değişim önce kendi evlerinden başladı, duvarlar boyandı, çatı onarıldı, çardağa sarmaşık, pergolanın kenarına mor salkım dikildi. Köyün kadınları kıskandılar Münevver’in evini, öyle ki kazıya giden erkekler Mehmet’in lüks lambasının ışığının bile farklı parladığını söyler oldu. Bir süre için kadınlar evlerini Münevver’in evine benzetmeye çabalarken köyde dedikodu azaldı.

Mehmet’in ilk karısından olma üç kızı sırasıyla evlendirildi, ev boşaldı. Ve Münevver hamile kaldı. Köyde her hafta çocuk doğardı, ama bu çocuk bir mucize gibi beklendi köy halkı tarafından. Kazılar hızlandı.

-Hayal, Hilal, gardeşinizin ders çalışıyo, diye seslendi Münevver.

Hilal gözlerini devirdi, Hayal’e “Al patı sen sinekleye vur ben de oğlan bir şey isteyse mutfaktan taşıyam” dedi. Yıllarca Münevver’in oğul okurken ablaları, melekleri gibi biri sağında biri solunda bekledi.

Bak kızın saçlarını öremezsen, arkadan tek kuyruk da yapabilirsin, ama o zaman fiyongu tepeden tak. Geleceğim ben bir aya. Enkaz da kalkar o vakte. Sağlıcakla kalın.

-Mehmet oğlum artık fazla zamanım kalmadı. Erkek torun göremeden gidersem hakkımı helal etmem sana.

Münevver’in evde en büyük destekçisi evlatlık Nazmiye bunları duyunca yatıra götürdü bir gün Münevver’i, kurşunlar döküldü, dualar edildi. Mehmet elli iki yaşındayken, kendi kızlarından torunları olmuşken Münevver ona bir oğul verdi. Babaanne oğlanı kucağına aldı, kendi de dediği gibi bir hafta sonra hakkın rahmetine kavuştu.

Muhtar Rıfkı’nın babası, ölüm döşeğindeyken imama tarif etmişti.

-Arka yoldan Menderes’in garşı tarafına gaçmıştık. Mezarlığın arkasındaki araziyi yürüyceksiniz. Tam dağın başladığı noktada üç tane ağaç va, o ağaçları gördünüz mü kuzeye doğru yürüyün, öbür köyün ışıkları göründüğünde başlayıveren kazmaya.

Yıllarca köyün erkekleri haftada iki gün, kazıya gittiler, hiçbir şey bulamadılar, ne sandık, ne bir iz. Münevver’in geldiği gün işte, ikinci savaş zamanı, kazılan yerlerin birinden eski bir teneke parçası çıktı. Bir süre iyice hızlandı kazılar, ama köyden biri –hâlâ geçici görevle atanan öğretmen olduğu düşünülüyor- jandarmaya ispiyonlayınca uzun bir süre ara verildi. Kadınlar evlerini Münevver’in evine benzetme çabalarına döndüler. Saçlarını değiştirmek için şehirdeki kuaföre gidenler oldu, nafile. Münevver’in doğuma az kalmıştı ki, deprem oldu, sallandılar beşik gibi. Münevver’in oğlanı doğurduğu gün, depremden üç gün sonra, Nazmiye su çekerken garip sesler duydu kuyudan, hayvan ölmüş içinde dediler, kuyunun çevresi kazıldı sonra, Mehmet indi iple aşağı. Tenekelerden biri öyle bulundu. Köy ahalisi, gece bölüştü çıkanı, anlaşmalarına göre en büyük payı Mehmet aldı. Sonuçta onun evinden çıkmıştı hazine. Oğul mucizesiyle gelmişti.

Münevver’in babasının haberi geldi bir gün, oğul daha meme emiyordu. Mehmet meydanda akşama kadar elinde telgraf bir o yana, bir bu yana yürüdü. Gece çöktü, eve yollandı mecburen. Münevver Mehmet’in dış kapıyı açışından anladı kötü bir şey olduğunu.

“Rıza Topçu, Adana Yenice’de Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti’nde görevini sürdürürken tifüse yakalanmış ve hakkın rahmetine kavuşmuştur. Şehidimize rahmet, yakınlarına başsağlığı dileriz. Allah taksiratını affetsin.”

Münevver, o günden sonra daha az konuşur oldu, sütü kesildi, kendini hepten toprağa verdi. Mor salkım, oğulla yarışırcasına büyüdükçe büyüdü, sanki kadın saçlarının balıyla besliyordu toprağını. Bir süre sonra duvardan çatıya uzamaya başladı, bütün kadınlar dikti aynından, köy meşhur oldu, fotoğrafçılar gelmeye başladı.

-Oğul, şehre inme bugün, zeytinleri kızlar gavanozladı, yabancıla gelecekmiş onlara satarlar. Sen dersini çalış evde.

Münevver artık üç çocuklu bir kadındı desek yanlış olur. Bizce Münevver ve iki kızı beraberce tek çocuk büyütüyordu. Her şeyi planlayan Münevver, Allah’ın işine de karışmış, oğlanı en son sıraya koymuştu.

Köyde çocuklarıyla yürürken kahvedekilerin aralarında konuşmalarını duyardı:

-Büyük gızın ne dediği anlaşılmıyor, ortanca samıt, oğlanın ne olacağı belli değil.

İşte o zaman tülbentinin zor zaptettiği saçlarını sallayarak tek omzuna yayar, kahveye doğru döner ve “Oğul doktor olacak”, derdi. “Sizin gibi bir hayal uğruna yaşamayacak, üç teneke altınmış, hepiniz ömrünüzü yediniz be. Altın bulundu da ne oldu, bölüştük kuş kadar galdı. Devlete de söyleyemiyonuz” Münevver, kocasıyla bile bu kadar uzun konuşmamıştı.

Münevver’in oğulu adam etme çabaları, çok partili hükümetin kendi şehirlerinden çıkma vekili köyümüzü ziyarete geldiği gün meyvesini verdi. Köy kahvesinde toplandı ahali. Muhtar organizasyonu yaptı, vekili sallanmayan tek sandalyeye oturttu.

-Hoşgelmişsin Fatih oğlum, gel otur. Çocuklar yemiş koyun, çay dökün biyo.

-Hoşbulduk Rıfkı abim. Sizin bu define işleri ne oldu, bir şey çıkmadı herhal, olsa haberimiz olurdu.

Derin bir sessizlik oldu.

-Yoo yok, çıkmadı. Bırakıyoz bazı, sonra tekrar başlıyoz ama artık pek umudumuz kalmadı.

Fatih Bey çevresine toplanan köy ahalisine göz gezdirdi, sonra oğulu gördü Mehmet’in yanında yere bağdaş kurmuş, cin bakışlı, köydeki hiçbir şeye, hiç kimseye benzemeyen bir çocuk. Mehmet’in rahmetli babasını iyi tanırdı, ilk karısına olanları duymuştu, bu oğul herkesin bahsettiği şehirli genç kızdan olmalıydı. Tertemiz giydirilmişti çocuk, teninde güneş yanığı, sinek ısırığı hiç biri yoktu, saçları özenle taranmıştı. Sanırsınız İstanbul’da yalıda doğmuş küçük bey diye geçirdi vekil içinden.

-Büyüyünce ne olacan bakalım, oğul?

Çocuk cevap vermedi. Mehmet konuştu yerine:

  • -Anası doktor olsun ister, İstanbul’a göndermek ister yatılı.
  • -Belli, belli, akıllı çocuk bu. Gördüğüm gibi anladım. Bakalım bir burs verdirebilecek miyim imkânları inceleteyim.
  • -Sağolun vekilim. Duttuğunuz altın olsun.

İşte böylece Münevver’in oğul bursla okudu, sonra Amerika’ya yükseğe gitti. Köyden on bir yaşında çıktı, arada yaz aylarında gelirdi, o kadar. Münevver yıllarca oğulun mektuplarını bekledi, onlarla yaşadı.

Münevver kendine yeni mezar yeri almıştı Mehmet öldüğünde. Ölüler arttıkça, öteki köy de büyüyünce, mezarlık iki köyün arasında kalmıştı.

  • -Doğru yaptın gız Münevver. Daha gençsin ama bunları düşünmek lazım. Mehmet abi ayıp etti sana, ilk garısının üstüne gömülmek neymiş ya? Üstüme eyilik sağlık.
  • -Bak Nazmiye. Oğul gelirse mezarımı kolay bulsun. En dış tarafa gömdür beni, köye en uzağa, ölümü gör söz ver.
  • -Ay gız o nasıl lakırdı? Kimin önce öleceğini Allah bilir.

Allah bilirdi tabii, bir de Münevver. Suskun bir şekilde sessiz sedasız öldü Münevver. Oğul büyük adam olmuştu, ama oğul olduğunu unutmuştu. Dayanamadı. İsyanını mezar seçimiyle gösterdi. Kendisinden 25 yaş büyük kuzeniyle evlendirilmesine, gözü gibi büyüttüğü oğulun onu bırakıp gitmesine isyan etti.

Münevver gömülürken ahali toplanmıştı mezarın başına, imam duasını bitirirken yağmur indirdi, yaz vakti bu ne yağmuruydu ki? Köyün erkekleri kazdılar da kazdılar becerikli elleriyle toprağı, alışıktılar kazmaya, sonra birinin kazması sert bir cisme takıldı. Yarım asırı geçkindir aranan altınlar, Münevver’in bedenini karşılamaya hazırlanan topraktan çıkmıştı.

Ayşe Korkmaz
@ayseningezileri

Aralık 2020